Artık oturup şu özgürlük sevgimizi konuşmalıyız? Biliyorum, "Allah Allah! Ne özgürlüğü!" diyeceksiniz.
"Ayaklarımızı bir kıyıdan denize sallandırıp biraz yüksek sesle şarkı söylediğimizde, bekçinin biri gelip limon sıkmazsa keyfimize; kendimizi iyi hissediyoruz, o kadar!" diyeceksiniz.
"Mahkeme dosyalarına, yazarların çizerlerin birikmiş mahkumiyetlerine, bekleyen davalarına baksana! Özgürlük de nereden çıktı şimdi!" diyeceksiniz.
Haklısınız!
Olsun...
Yine de bir fikir olarak; hatta hoş bir hayal olarak da olsa, özgürlüğü tartışmaya başlamalıyız.
Çünkü belli ki, sığlıktan, darlıktan, bu hoyrat ve otoriter kültürden çok sıkılmışız...
Belli ki, özgürlüğün lafı bile başka çarptırıyor kalbimizi...
Nereden mi biliyorum bunu?
Bize kontürlü konuşmaları, iyi bankaları, temiz kaynak sularını bile özgürlük imajıyla sunuyorlar da, oradan...
Yolcu, tasarrufçu, müşteri... Hepsi "özgür" olup çıkmadı mı?
Yolculuk çağrılarını; çocukların "masumiyetine" imrenişimizi; aşkın sürprizlerini açık açık özgürlük ambalajıyla sarıp sarmalıyorlar mı?
En gözde reklam sloganlarımızdan biri özgürlük değil mi?
Ah ne kurnazlık bu!
Nasıl da iç kanırtan bir kurnazlık!..
Ama kurnazlık olduğu kadar bir gerçeğe de işaret ediyor!
Özgürlük hasretinden öyle hale gelmişiz ki; tabakta ısırılmayı bekleyen rengârenk ve taptaze meyvelere ekrandan bakarken bile "özgürlük" adına yutkunuyoruz...
(Ey özgürlük, biraz da biz reklamın olalım! Meğer ne çok severmişiz seni!)