HAKAN ÇAYDAMLI
Bir süredir "Salkım Hanımın Taneleri" üzerine gırla yoğun bir tartışmadır gidiyor..
Makaleler, yorumlar, televizyon programlarında tartışmalar..
İşin tuhafı, filmin gösterime girmesinden bu yana üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen bu konu sanki de güncel bir olaymış gibi aniden şimdi tartışılmaya başlanıyor! Halbuki, film iki sene önce büyük bir patırtıyla gösterime girmiş ve haftalarca gösterimde kalmıştı!
Yine ayni film Antalya ve Ankara Film Festivalinde ödül üstüne ödül kazanmış ve Türkiye Kültür Bakanlığı sorumluluğu altında kurulan bir komisyon tarafından, Türkiye'yi Oscar yarışmasında temsil etmek üzere Los Angeles'e, hem de tanıtımı devlet kaynakları ile yapılarak gönderilmişti!
Daha küçük çaplı olmakla birlikte yukarıdaki tartışmanın bir benzeri daha kısa bir süre önce Ahmet Altan'ın "İsyan Günlerindeki Aşk" romanı için yapılmıştı.
E malum, biz Türk'ler ille de tartışıp didişecek birşeyler icad etmek zorundayız ya! Sanki de tüm sorunlarımızı hallettik ve şimdi de sıra böyle kozmetik tartışmalara geldi!
Şaka bir tarafa konu sanat ve edebiyat dünyasında ciddi bir ikilem doğurmuş durumda..Aydınlar ikiye bölünmüş durumda!!!
Tabii bu durum bizim gibi hayatı genelde sadece siyah veya beyaz olarak algılayan ve ara tonları tolere edecek kadar zengin bir bakış açısına sahip olamayan toplumlar için son derece normal aslında..
Konuya ille de edebi tartışma ekseninde mi yaklaşmalı? Yoksa, belirli kaygılarla bu eksenin dışına taşıp bir roman veya sanat eserini hukuk veya siyaset gözlüğü takıp incelemekte herhangi bir mahzur yok mudur?
Düşündüm doğrusu...
Salkım Hanımın Taneleri üzerine yapılan bir tartışma Doğan Hızlan'a Kemal Tahir'in bir sözünü hatırlatmış, şöyle ki Kemal Tahir'e sormuşlar. "Yazdıklarınız tarihi gerçekler mi?" diye.. Kemal Tahir de Yeni Edebiyat dergisindeki "Roman Gerçeği" yazısında demiş ki:
"Evet yazdıklarım gerçektir, roman gerçeği."
Bir an filmin yönetmeni Tomris Giritlioğlu ve senaristi Etyen Mahcupyan hakkındaki tartışmaları bir tarafa bırakalım...
Ve özelden genele geçelim...
Sorum şu: Bir yazar dilediği şekilde yazmak özgürlüğüne sahip midir?
Yazar, evet hayal gücü ve yaratıcılığını kullanacaktır, fakat bunun sınırları nerede başlayıp nerede bitmelidir?
Yorum özgürlüğü peki, ama nereye kadar?
Özgüven eksikliği olan ve bizimki gibi batılı devletlere karşı belirli bir eziklik duygusu içinde bazı yurttaşlara sahip olan ülkelerde ve komşularıyla problemli coğrafyalarda şu ya da bu hukuki veya siyasi telakkilerle ulusal hassasiyetlerin söz konusu edilmesi, edebiyat veya sanat eserlerine veya yazar ve sanatçının yaratıcı özgürlüğüne yönelik bir tür müdahale veya sansür uygulaması olarak algılanabilir mi?
Yazar veya sanatçı sırf yukarıda bahsedilen nedenler ve ulusal çıkarlardan ötürü kendine yönelik bir tür oto-sansür uygulamasına gitmeli midir?
Yazar'ın sırf düşünce ve yazma özgürlüğü adına dilediği şekilde herşeyi yazma özgürlüğü var mıdır?
Sırf yaratıcı hayal gücü ve edebi özgürlük adına yazar dilediği herşeyi istediği gibi yazma hakkına sahip olmalı mıdır?
Yazar hiçbir etik kuralla bağlı olmamalı mıdır?
Yazar, tarihsel doku ve gerçekler ve tarihi kişilikleri dilediği şekilde tahrif edip bu tarihsel gerçek veya karakterlerle istediği gibi
oynayabilir mi?
Yazarın okura karşı olan sorumluluğunun sınırları ya da bir başka deyişle, yazarın özgürlüğü nerede başlayıp nerede bitmelidir?..
Eğer varsa, edebiyat ve ahlak kuralları neyi gerektirir?
Ve sorular böylece uzar, gider...
Fakat bu soruların hazır ve doğru bir yanıtı yoktur.. Yanıtlar görecelidir, kişiye göre değişir ve tamamen size özeldir..Dünya görüşünüze ve hayata bakış açınıza göre değişir. Nitekim, tartışmak suretiyle şimdiye kadar hiç kimse bir başka kişinin fikrini değiştirebilmiş midir ki?
Herkes sadece kendi fikrini beğenmekte ve kendi fikrini adeta tek gerçek olarak addetmektedir; yoksa bakmayın siz o herkesin demokrat veya iknaya açık tavırlarla ortalarda ahkam kesmesine..
Tarihe mal olan olay veya kişiler hakkındaki gerçekler, sırf bir yazarın yaratıcı hayal gücü ve yorum özgürlüğü adına kasten veya bilgisizlik nedeniyle tahrif edilmek suretiyle okur yanlış bilgilendirilebilinir mi? Roman gerçeği diye bu meşru sayılabilir mi?
Hayali kişilikler bir tarafa, fakat, tarihsel bir kişiliğe doğruluğu bilinen ve yaşanmış gerçek süreç dışında bir mana veya misyon yüklemek bize göre çok yanlıştır. Böyle bir kişiliği aslına uymayan bir karakterle özdeşleştirmek vahim bir hatadır. Belki size komik gelecek, ama dramatik bir örnek vermek gerekirse, sırf yazarın yorum özgürlüğü adına, örneğin, Kazım Karabekir'in yaşamış olduğu bir olayı İsmet Paşa'ya mal edemezsiniz, şahıslara yer değiştiremezsiniz. Bu en hafif tabiriyle cehalet ve gaflettir! Hele, yazarın ayni dönemde dahi yaşamamış karakterlere bilerek veya bilmeden yer değiştirmesindeki traji-komediyi varın artık siz düşünün!
Evet, şüphesiz yazar o günün tarihi doku ve atmosferi içerisinde dilediği kurgulamayı yapabilir, dilediği karakteri yaratıp konuşturabilir, insan hayatına, aşklara, hüzünlere, mutluluklara dair hayali bir karaktere hayat verebilir, bu karakteri tasavvur ettiği bir dekor içerisinde oynatabilir..
Yine yazar, eğer geçmişte hakikaten varolan bir dönem veya yaşanmış bir süreç içinde geçen bir roman veya hikaye kurgulayacaksa bunu, bahse konu tarihsel ortamın genel kabul görmüş ve gerçekliği herkes tarafından kabul edilen anahatlarına dokunup değiştirmeden, bir başka deyişle, yaşanılmış gerçekleri yaşanılmamış ve yaşanılmamışı da yaşanılmış gibi gösterme hatasına düşmeden yapmalıdır.
Aksi takdirde edebiyat veya sanat ideolojinin emrine verilmiş olur.
Şüphesiz bu tavır yazar veya sanatçının bağımsızlık ve saygınlığını zedeler..Ve o zaman da sizi bal gibi eleştirirler!
Böyle bir seçim aydın sorumluluğuna ters ve dürüst olmayan bir tavırdır.
Gerisi laf ü güzaftır!
Tartışmak, sadece bu konuda değil, fakat her konuda boşuna ve abesle iştigaldir!!!