Sınır ötesi lezzetler
400 yıl birlikte yaşadığımız bir coğrafyaya, sınırın ötesinde diye vizeyle mi gideceğiz? Bırakın onlara Gaziantep, Antakya'ya hasret gidermeye, alışverişe gelsin... Biz de yemeklerini yemeye...
Biz Türkler, tarihi konulardan, filmlerden kısacası işin magazin kısmından hoşlanırız, amma velakin tarihimizi bilmeyiz. Bu halimize de aslında sadece çok ayıp demek kafi değil... Elindeki "muhteşem mirası" farkında olmadan günlük yaşayan mirasyedileri hatırlatıyor resmimiz... Eminim izlemişsinizdir, TV'lerde gösterildi. Ağa Han Mimarlık Ödülleri ile gündeme geldi. Suriye'nin Halep Şehri. İşte geçen hafta oradaydık. Halep neresi mi? Uçağa binip Gaziantep'e gidiyorsunuz. Nerede ise bir saat ötesi Halep.
TALİHLİ BİR GEZİ
Bizi orada Suriye Gastronomi Akademisi'nin Başkanı Georges Ph Husny ağırlıyor. Bir kere şunu söylemeliyiz. Halep, İpek Yolunun en önemli duraklarından birisi. Olmuş değil, her zaman; bugün de böyle... 1516'da Sultan I. Selim'in Suriye'yi fethi ile başlayan Osmanlı dönemi 400 yıl sürmüş. 1918'e kadar... Unutmayın dört asır, yani nereden baksanız 10 nesil bizimle birlikte yetişmiş...
Açıkcası ben hem tarihe, hem de mimarlık tarihine duyduğum ilgiye böyle büyük bir ihsan beklemiyordum. Ama insana ne zaman ne piyango çıkacağı belli olmuyor: Halep seferimizde Nurhan Atasoy ile birlikte olduk. Hiç kuşkusuz biliyorsunuz Prof. Atasoy çok önemli bir sanat tarihi uzmanımız. Uluslararası platformda büyük saygı gören Nurhan Hanım'ın Koç tarafından bastırılan Otağı Humayun adlı eseri 2001'de Amerika'da yılın tarih kitabı ödülünü kazandı. TEB için yapmış olduğu "İznik" ise uluslararası akademik çevrelerin vazgeçilmez referans kitabı halinde. Yine TEB tarafından basılan, onbir yılda tamamlanan "İpek" kitabı da şimdiden büyük yankı uyandırmış durumda.
İşte Halep'i böyle bir talihle elele dolaşıyorum. Bir yanımda Georges Husny "yemekleri" anlatıyor, bir yanımda Nurhan Hanım, "kültürü"... Piyango demekte haksız mıyım, söyleyin?
Gaziantep'e bir saat mesafedeki bu ticaret ve kültür merkezinin fevkalade kozmopolit bir nüfusu var. Üstelik Halepliler'in çoğu Türkçe'yi anlıyorlar. Bana en çok sorulan sorulardan birisi Türk TV'lerinin ne için bu bölgeye Arapça alt yazı ile yayın yapmadığı?
Bu gerçekten de çok önemli bir soru, biraz daha açarak ben de sorayım: 400 yıl birlikte yaşadığımız bir coğrafyaya artık onlar sınırın o tarafında diye bakabilir misiniz? Osmanlı oraya Sinan'ı yollamış. Halepliler'in keyifle gösterdikleri iki camiyi başmimarına yaptırmış. Sonra? Sonrasını Kültür Bakanlığı'mıza, Vakıflar'a soralım...
Bizim Halep Başkonsolosumuz Hulusi Kılıç bu konuların farkında. Aradaki boşluğu kişisel insiyatifi ile kapatmaya uğraşıyor. Çok da saygı görüyor. Anlatayım: Georges bizi bir akşam da Wakil Oteli'nin lokantasına götürdü. Wakil Evi çok meşhur. Bir ziynet güzelliğindeki bu ev, bir otel ve lokantaya çevrilmiş. Ne yazık ki Almanlar duvarlardaki olağanüstü ahşap panelleri sökerek Berlin'deki Pergamon Museum'a götürmüşler. İşte bu otelin taş eyvanına konsolosla birlikte girdiğimizde, piyanistin İstiklal Marşı'nı çalması gerçekten çok hoş bir histi...
ZİYNET GÜZELLİĞİ
Ama daha da güzeli, baştan çıkartıcı lezzetlerdeki meze ve yemeklerdi: Nar ekşili pazı dolmasını, zahter salatasını, vişneli baklavayı anlatmaya kelimeler kafi değil... Halep'te yediğimiz kebap ve etler karşısında komplekse girmekten ise bizi ancak Beyti Bey ve Gaziantepli Çağdaş İmam kurtarabilir...
Ben kendi hesabıma şunu söylemeliyim, ilk fırsatta tekrar Suriye'ye gitmek istiyorum.
Son bir soruyu da Dışişleri ve Turizm bakanlarımıza soralım. Halep'e gitmek, onların da buraya gelmesi için neden vize gerekiyor? Bırakın onlar Gaziantep'e alışverişe gelsin, Antakya'ya hasret gidermeye, biz de oraya kültür turizmine gidelim, elbette yemek yemeye de...
Ali Esad GÖKSEL
|