Hep merak etmişimdir: Acaba yanlış bir çeviriyi, yanlış bir kavram tercihini neden bu kadar sevdik, benimsedik?..
Sözünü ettiğim kavram: Bilinçaltı...
Bilinçdışı demek hiç hoşumuza gitmemiş, şimdi de gitmiyor. Varsa yoksa bilinçaltı!..
O kadar ki, geçen pazar günü baktım; Ülkü Tamer gibi dikkatli bir şair, yazar bile, köşesinde hem Freud'dan hem de Jung'un "Anılar, Düşler, Düşünceler" adlı kitabından söz ederken hiç bilinçdışı kavramını ağzına almıyor, ama "bilinçaltından kaynaklanan yanlış"lara değiniyor!.. Oysa kitabı Türkçe'ye çeviren İris Kantemir doğru olarak "bilinçdışı" terimini kullanmış...
Psikanalist dostlarımın da, kavramın doğrusunun "bilinçdışı" olduğu konusunda pek ısrarlı olmalarına karşın, konuşurken "bilinçaltı" deyiverdikleri dikkatimi çeker.
Biz de yeri geldiğinde "Vay vay vay! Bilinçaltında neler var bakayım senin öyleee!" gibisinden cümleler kurarız...
Oysa Freud (ki bu kavramı dünyaya, modern kültüre hediye eden adam olarak görmek gerek onu!) "unbewusste" demişti.
Yani bilen benliğin dışında, bilincin uzanamadığı, farkındalığın geçerli olmadığı bir alanı adlandırmıştı: Bilinçdışı...
Kocaman bir uzay...
Şakalar, sürçmeler ve rüyalar olmasa varlığının belki de hiç farkına varamayacağımız kara bir delik sanki bilinçdışı...
Peki biz neden ona ısrarla bilincin hemen altında bir yerde, devasa bir çöplükmüş gibi bakıyor, bilinçaltı demekte ısrar ediyoruz?
Oysa "bilinçaltı" diye bir şey yok! O mecazi bir adlandırma sadece.