Deriden sert Depeche Mode
Seksenli yıllar deyince akla, hemen kimlerin adı gelir? Heavy metal dünyayı kasıp kavururken, yakışıklı İngiliz grupları türerken, Madonna gibi, Michael Jackson gibi devler uyanırken, aralarında bir 'new wave' grubu parıl parıl parlıyordu: Depeche Mode. Gitarların, davulların bas bas bağırdığı o post-punk yıllarında, Depeche Mode elektronik müzik yaptı ve adını tarihe yazdırdı. Hâlâ -20 yıl sonrasında- gelmiş geçmiş en büyük elektro-synth grubu addediliyorlar.
70'lerde İngiltere'nin 'işsiz' işçi sınıfının arasında büyüyen üç genç; Martin Gore, Andy Fletcher ve Vince Clarke'ın kurduğu synthesizer grubuna, daha sonra o sıralar araba çalmak suçundan yargılanan 14 yaşındaki Dave Gahan dahil olmuş, adlarını da Composition of Sound koymuşlardı. Essex'li Gahan bir Fransız moda dergisinden bulduğu Depeche Mode ismini gruba taktığında Clarke çoktan Yazoo'yu (sonra da Erasure'ı) kurmak üzere ayrılmıştı bile. Aralarında bir görev paylaşımı yaptılar; Gore şarkıları yazacak, Gahan söyleyecek, 'Fletch' ve yeni eleman 'stüdyo dahisi' Alan Wilder da synth maharetlerini konuşturacaktı. Plan işe yaradı: Depeche Mode 1984'te dördüncü albümleri "Some Great Reward"la turnayı gözünden vurmuş, "People Are People" Amerika'da hit olmuştu. Mute şirketinin patronu Daniel Miller, onları Londra'da bir pub'da keşfeden adam olarak şimdi "Yerçekimi kanununu yeniden yazdılar" diyorÉ
KARA KUTLAMA
Sonra 'a la mode' şarkılar birbirini izledi: "See You", "Master and Servant", "Personal Jesus", "Shake the Disease", "Strangelove" -ve onun unutulmaz sözleri: "I give in to sin because you have to make life liveable: Günaha boyun eğiyorum; ne de olsa hayatı yaşanır hale getirmek lazımÉ"
1986'da bizce en başarılı albümleri "Black Celebration" yayınlandığında, Depeche Mode artık dünya çapında 'çılgın' bir gruptu. Deriler içinde, makyajlı, bazen iç çamaşırlı (!) punk pozları dergilerde çarşaf çarşaf çıkıyor; buna karşın müziklerindeki 'derin karanlığa' kimse anlam veremiyordu. "Stripped", "Question of Time" ve "Lust", Gore'un şairlik mertebesine yükseldiği yıllarÉ "Pop müziğe bir nebze gerçeklik kazandırmak istedik" diyor şimdi Martin. Ertesi yıl çıkan "Music for the Masses"in adı, belki bu istekten geliyorÉ
Ama biz onları her albümlerinden sonra "Vay be! Yine çok iyiler" diye tezahüratla karşılarken, onlar meğer neler yaşıyorÉ 80'leri atlatan Depeche Mode, 90'lara eroinman, alkol bağımlısı, adrenalin tutkunu ve birbirleriyle kavgalı giriyor. "Violator" turnesinde hayatları tamamen değişen, Los Angeles'ta 'seks, uyuşturucu ve kendi müzikleriyle' kendilerinden geçen grup üyeleri, boşanmalardan, ağır partilerden, intihar teşebbüslerinden aylar sonra tekrar bir araya geldiklerinde, Dave'i tanımakta bile güçlük çekiyorlar: "Kollarında dövmeler vardı. Çok zayıflamıştı, hiç konuşmuyordu" diye hatırlıyor Martin. Ve kaçınılmaz olarak ekliyor: "Turneye bir psikiyatrist ve bir torbacıyla çıkan tek grup herhalde bizdikÉ"
"Songs of Faith and Devotion" işte bu ortamda çıkıyor. Dave'e göre hâlâ en iyi albümleri. Depeche Mode'un da sertleşen, gitara taviz veren yeni sound'uyla, yeni zamanlara ayak uyduracağının kanıtıÉ "O cehennemden nasıl kurtulduk, bilmiyorum," diyor Dave, yıllar süren tedavisinden sonra; "ama gerçekten her günüm bir 'black-out'tu." Martin ise o zamanları şöyle anlatıyor: "Sabahları panik atak geçirdiğimde aklıma tek şey gelirdi: Bir içki içersem bir şeyim kalmazÉ"
HEYECANLI DÖNÜŞ
Tüm bunlar grubun başarısını engellemiyor. Zaten turneler o yüzden o denli uzun sürüyorÉ Ama grup üyeleri, "Ultra" albümünün sırf bu nedenlerden güme gittiğini söylüyor şimdi; basın daha çok onların bağımlılıklarıyla uğraştığından müziklerinin geri planda kaldığınıÉ
Belki de bu, müzik aşkı, onları bu günlere 'geri' getirdi. "Exciter" albümleriyle hayata dönen, eski tarzlarını andıran grup, artık müzikten başka bir şey düşünmüyor. Tabii bir de aileleri var şimdi; evli ve çocuklular. Sadece sigara içiyorlar. Onca şeyden sonra fire vermediler mi? Alan Wilder 'Fletch'in deyimiyle "gemiyi ilk terk eden" oldu. Ama Depeche Mode bakiÉ
30 Ekim'e ne kaldı?
Depeche Mode üç gün sonra Abdi İpekçi Spor Salonu'nda 'tarihi' konserini verecek. (Bizler için kuşkusuz öyle, çünkü 20 yıldır hasretiz onlara!) Henüz bilet almadıysanız da, geç kalmadınız: Depeche Mode biletleri aylar önce satışa çıkmasına rağmen biletix'te hâlâ satışta.
Konserin bir özelliği de salon yenilendikten, ses sistemi ve akustik değiştikten sonra Abdi İpekçi'de verilecek ilk konser olması. İstanbul'da Depeche'i yaklaşık 15 bin kişi izleyecek. "Exciter" turnesinin Avrupa'daki son ayağı olacak konser için 15 TIR, iki uçak ve 75 kişilik dev bir kadro geliyor.
Konserden hemen sonra Mydonose Showland'de 23.00'te başlayacak beş bin kişilik 'after-show party'de ise New York'lu DJ Pierre, Chicago'dan K Alexi ve Detroit'in ünlü kadın DJ'i K.Hand müzik yapacak. Gecenin 'ünlü Türkleri' de Tangun, Cure-Shot ve DJ Toolz. Konser bitince partiye servisler kaldırılacak, hiç merak etmeyin. Ayrıntılı bilgi için: www.fabrikainternational.com
O bir tutkuÉ
Depeche Mode'un Türkiye'de bir web sitesi ve fan club'ı da var. Türk hayranları bir araya getirme amacı güden www.depechemodetr.com sitesinin felsefesi "Depeche Mode bir tutkudurÉ" Fan club'ın 1000'e yakın üyesi var ve DM fanlarına yönelik organizasyonlar düzenliyor. İçeriği tamamı ile Türkçe olan web sitesi, EMI'la ortaklaşa düzenlediği çeşitli yarışma ve anketlerle üyelerine hediyeler kazandırıyor.
RUHUN GIDASI
Yine yapmış yapacağını...
Paul Weller / Days of Speed
(Independiente / Sony Music)
İngiliz müziğinin mihenk taşlarından saygıdeğer Paul Weller, akustik canlı kayıtlarından oluşan albümünü çıkardı: "Days of Speed-Hızlı Günler" ustanın hakikaten o eski hızlı günlerini yad ettiği arşivlik bir albüm. Bu yıl boyunca turladığı ülkelerde çaldığı "Brand New Start", "English Rose", "Wild Wood", "That's Entertainment" ve tabii ki ilk gözağrımız "You Do Something To Me" gibi; hem Jam günleri ve dahi Style Council günleri, hem de solo 'hızlı' günleri albümde mevcut. Weller 'fişsiz' ve sahnede tek başına. İlk defa. Kaçmaz.
RUHUN GIDASI
Biz de inanmıyoruz
Paradise Lost / Believe in Nothing
(EMI)
İsimlerini şair Milton'ın 'Kayıp Cennet'inden alan sert müzik grubu Paradise Lost, birkaç yıl önce 'imaj' değişikliğine gitmiş, saçlar taranmış, müzik yumuşamış, hatta synthesizer aletinin marifetlerini keşfeder olmuştu. Yeni albümleri "Believe in Nothing" ise, Limp Bizkit, Linkin Park, Tool gibi şahane grupların ortalıkta cirit attığı şu dönemde, eni konu sıkıcı kalıyor. Solist Nick Holmes artık sesinin 'cehennemden geldiğine' herhalde kendisi bile inanmıyor. Bir-iki parçada 'zorlarsak olur' kabilinden eski sıkı zamanları hatırlatan grup, bizce cenneti aramaktan vazgeçse yeridir.
Nostaljik dans albümü
Mikrofonda C&C Music Factory ve "Gonna Make You Sweat (Everybody Dance Now!)"... Yetmez. Snap'ten "I Got The Power", Run DMC "It's Like That", sonra "I'm horny, horny horny, horny..." ve en kötüsü: Ace of Base'ten geliyor: "All That She Wants!" Daha neler neler; Soul II Soul'dan "Back To Life", M People "Movin On Up", "Everybody's freeeee to feel good" dersek, herhalde yeterli olacaktır. Kool and the Gang'den "Fresh" bile var! Bitmedi; Milli Vanilli "Girl You Know It's True" diyor... Sony Müzik, bir türlü unutamadığımız dans hit'lerini bir arada sunuyor: "The Ultimate Dance Album". Evde 90'lar partisi vermek için ideal.
Livaneli arşivi
Ada Müzik, Zülfü Livaneli'nin bütün eserlerini yayına hazırlıyor. Bugüne dek yurtdışında ve bizde 30'a yakın albümü yayınlanan sanatçının 'müzikal arşivi', aylık periodlar halinde yayınlanacak. Serinin ilk albümü "İlk Türküler 1971-1981" başlığını taşıyor. 17 şarkıdan oluşan albümde "Bitlis'te Beş Minare", "Şu Yalan Dünyaya", "Hışı Hışı Hançer", "Vurulduk Ey Halkım" gibi Livaneli'nin ilk dönem çalışmaları yer alıyor.
|