|
|
Kıbrıs nereye?
Dışişleri Bakanı Cem'in AB'ye karşı Kıbrıs konusunda gösterdiği "ölçüsüz" tepkinin, AB Komisyon Başkanı Prodi'nin Kıbrıs Rumları'na aşırı destek veren beyanlarından ve Denktaş'la görüşmekten kaçınmasından kaynaklandığı yolunda yorumlar basınımızda yer aldı. Bakanın "efelenmesini", Türkiye'nin Afganistan'da sürdürülen teröre karşı savaşa fiili katkısının ülkemizin uluslararası konjonktürde elini kuvvetlendirmesine bağlayanlar da oldu.
Bu yorumların hatalı olduğunu zannetmiyorum. Ancak bu tabloya, Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in Başbakan Yardımcısı Yılmaz'a rahatsız edici ifadelerde bulunmuş olduğunu da ilave etmek lazım.
Schröder, Ankara'nın Kıbrıs sorununda uzlaşmacı bir tavır içine girmemesi halinde, Türkiye için öngörülen IMF kredilerinin tehlikeye düşeceğini söyleyerek baskı yapmış.
Sayın Cem'in bu gelişmelere uygun bir tepki göstermesinde muhakkak ki isabet var. Ancak, akılcı diplomasi, bu tepkinin hesaplı ve ölçülü olmasını, maksadını aşmamasını, Türkiye'nin temel stratejik hedeflerini riske atmamasını ve Türkiye'yi AB dışında tutmak isteyenlerin tuzağına düşürecek bir nitelik taşımamasını gerektirir.
Tarih perspektifinin ihmali
Türkiye haklı davalarını dünyaya anlatmaktan aciz!.. En haklı davası olan Kıbrıs konusunda uluslararası kamuoyu Türkiye'yi haksız görüyor. Türk medyası dahi, sorunun çözümsüz kalmasının gerçek nedenleri üzerine eğilmeden, uzlaşmazlığın faturasını Türkiye'ye çıkarıyor.
Nitekim, basınımız, bu konuda, Ankara'nın şoven bir tutumun etkisiyle uzlaşmaz bir diplomasiye saplandığı, müzakerelerde gerekli esnekliği gösteremediği ve savunduğu tezin zigzaglar çizdiği yolunda bir yargıya sahip. En kötüsü de, Kıbrıs trajedisindeki zalimler ile mağdurlar arasında hiç bir fark gözetmiyor ve sorunun nasıl bir tarihi süreçten geçerek bugünkü içinden çıkılmaz hale geldiğini gözardı ediyor.
Hazin olan da bu!.. Çünkü, sorunun kökeninde Kıbrıs Rumları'nın Türkler'e karşı duydukları müthiş ırkçı nefret ve Kıbrıs'ın tümüne sahip olma saplantısıyla 1963'te Ada'yı kana boyamış olmalarının yattığı artık unutulma yolunda.
Tarihin en vahim hatası
Kıbrıs sorunun 28 yıldır çözümsüz kalmasının temelinde, sadece Rum tarafını meşru hükümet sayan BM yaklaşımı var. Bu yaklaşım 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı Güvenlik Konseyi kararına dayanır. O tarihte basireti bağlanan Türk hükümeti bu kararın çıkmasını engellemek için gerekli girişimlerde bulunmadı. 186 sayılı kararın kabulüyle Kıbrıs Rumları, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yegane meşru temsilcisi statüsünü kazandılar. Bu statüden güç alan Rum tarafı, Türk tarafının siyasi eşitliğini kesinlikle kabul etmedi ve federal bir sistem çerçevesinde dahi Türk toplumuna azınlık haklarından daha fazlasını vermeye hiçbir zaman yanaşmadı.
Kıbrıs konusunda ikinci vahim hata AB tarafından yapıldı. Aralık 1999 Helsinki zirvesinde Kıbrıs'ın soruna bir çözüm bulunmadan da AB'ye üye olarak kabul edilebileceğinin tescili, Rumlar ile Yunanistan'ı Ada'da soruna bir siyasi çözüm arayışından tamamen uzaklaştırdı.
Sorunun çıkış yolları
Elele vererek Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmak istiyorlarsa, ABD ile AB'nin şu gerçekleri anlamaları gerekiyor. Birincisi, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni temsil statüsünü korudukları sürece Kıbrıslı Rumlar, Türk tarafıyla kesinlikle uzlaşmaya yanaşmaz. İkincisi, çözüm bulunana kadar Kıbrıs'ın AB'ye alınmayacağı ilan edilmediği takdirde, kendilerini hiçbir baskı altında hissetmeyecek olan Rumlar'ın Türk tarafıyla bir anlaşmaya varmak için herhangi bir nedenleri olmaz.
Ada'daki iki toplumun eşit siyasi düzeyde müzakere masasına oturmaları sağlanır ve sorunlarını halletmiş bir Kıbrıs'ın AB'ye alınacağı ilke olarak kabul edilirse, Kıbrıs'ta tıkanan çözüm yolu açılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|