İçeriyle 70'li yılların o kan ve ateş günlerinde tanışmıştı...
Bütün ''dışarıda'' olmayanlar gibi onun için de hayat çok zordu artık...
İnsana dokunmak, sokakla temas ve yaşamla bağ kurmanın yollarını arıyor, hayatın ritminden uzak durmak istemiyordu;
Bildik koğuş sohbetleri, ranzasına yığdığı kitaplarla arkadaşlık da yetmiyordu .. Mazgal altlarında, avluda, koğuşta ve her volta atışında hep buna kafa yorduf; Kendi kendine konuşuyor, bir başına şiirler okuyordu sıklıkla..
Şiirler yüksek sesle okundukça, vurgular, tonlamalar yapıldıkça..
Birkaç zaman sonra bu gösteriden koğuş arkadaşları da nasiplenmek istedi!
Bir, iki, üç derken, şiir matineleri, tek kişilik oyunlara, oyunlar, kalabalık kadrolu müzikallere dönüştü.. Müzikalin tek enstrümanı sazdı tabii..
Yüzlerce mahkum bir 'oyun'un içindeydi şimdi.. Mahkumlar ''hükmü'' unutmuştu biraz olsun. Motivasyon tamamdı!..
İşte, şimdi ''dışarı''yı ''içeri'ye taşımış, ''Koğuş Tiyatrosu''nu kurmuştu kendince..
Koğuşlararası turneler düzenlendi önce, sonra da ödül törenleri..
Ayak oyunlarının, kulisin dönmediği ödüllerdi bunlar!.
Bu sevda birkaç yıl sürdü gitti böylece.. Sonra da ''dışarı' çıktı..
Önce Konservatuar'ı bitirdi "dışarı''dan! Devlet Tiyatrosu'na girdi oyuncu olarak ve ardından da rejisör oldu.. Hem de hatırı sayılır oyunlar yöneten..
Ve yıllar yıllar sonra..
Bir borç ödemek istedi.. Dahası, "karanlığın içinden sızan ışığı bilen biri" ve "yaşamla bağ kurmanın ustası" olarak bir reçete yazdı.. "F Tipi ya da E Tipi" bir reçete değil tabii.!. Ve hemen uygulamaya koydu bunu..
1981'in Kasım'ında, Ulucanlar'da, "Türkiye'nin ilk Cezaevi Tiyatrosu"nu kurdu.. İşte, o gün bugündür, yani tam 20 yıldır "T Tipi Tiyatro" devam ediyor onun için..
Dışarıdan çok "içeri"de kalıyor.. Ve sabahın sekizinden akşamın sekizine değin ranza aralarında, avlularda sürüp gitmekte olan provalar, dertleşmeler, turneler onun yaşam biçimi artık.. Öyle ki bazı geceler provalar gecenin bir yarısına kadar uzadığı için eve gitmeyecek, koğuşlardan birinde kalacak kadar!..
Her devrin cezaevi yönetiminden destek gördü, görüyor.. Zamanın Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Altan Saysel'le başladığı bu serüven, şimdiki Cezaevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'la da daha bir sıkı sürüyor..
Adı, Turgay Tanülkü..
Kasvetli bir Pazar sabahında tanıştım onunla.. Birkaç dakika sonra laf lafı açtı ve hikayesine uzandı... Anlattıkça şaşırıyordum.. Masadaki dostlar da şoka girmişti..
Aslında 20 yıllık bu macera başlı başına, (hem de yeryüzü ölçüsünde) bir film konusuydu.. O kadar bizden hikayeler o kadar trajik ve komik hatıralar düşüyordu ki masaya.. Ve bunca yıl geçmesine rağmen "açığa çıkmamış" olmasına da hayıflanmıştım.. İşte, bu yüzden çok paylaşmak istedim bu "Pazar anıları"nı.. Hem siz okurların yüreğini ısıtmak, hem "dünyanın tüm sinema yönetmenleri"ne not bırakmak, hem de "hayatın dibinden" bir öykü niyetine!..
Hangisinden başlamalı bilmem ki..
Mesela, "Sarıpınar 1914" oyunu sahneye konacak.. Tiyatro elemanları "erkekler koğuşu"ndan malum... Ancak o bildik kadın karakteri için olmazsa olmaz bir "hanım" oyuncu gerek... Çare tez bulunur! "Yuvuklu"sunu öldüren bir erkek mahkuma kadın elbisesi giydirilir ve provalar başlar.. Sıra ilk gösterime gelir, oyun başlar ve sözkonusu oyuncu sahneye çıkınca, seyirci mahkumlar gülme krizine tutulur... Öyle ya, incir çekirdeği misali nedenle bir "kadın"ı öldürmekten içeriye düşen birine "zenne"lik rolü tuhaf karşılanmıştır!