kapat

06.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Barış güvercini
Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Salim Dervişoğlu "barış"tan yana. Yunanlı komutanlarla dost oldu; iki ülkenin donanmasının arasını yumuşattı...

O.A. - Paşam, 17 Ağustos depremiyle birlikte Türk-Yunan ilişkilerini de salladı. Kırk yıllık düşman kardeşler bir günde can ciğer dost oldular. Yaşadığımız bu bahar havası gelip geçici bir duygusal dönem mi; yoksa iki ülke arasında kalıcı bir dostluğun önümü açılıyor?

S.D. - Aslında Yunanlar'la aramızdaki kriz, onların Anadolu seferiyle başlar ve Anadolu'yu terk etmeleriyle de biter. O zaman iki akıllı devlet adamı, Atatürk ile Venizelos düşmanlığın üzerine sünger çekmesini bildiler ve muazzam bir dostluk kuruldu. Bazı çevreler, bugünkü krizin temeli olarak, o zaman gerekli duyarlılığın gösterilmediğini söylüyorlar. Benim anladığım kadarıyla o günkü dostluk havası içinde, ilerde büyük sorunların doğacağı düşünülemedi. Daha sonra Kıbrıs sorunun ortaya çıkması, iki cemaatin kapışması, İngiltere'nin tutumu Türkiye'yi olayların içine çekti. 1960'dan sonra Makarios'un egoistçe tutumu, iki ülke arasındaki ilişkileri, tabiri caizse, tam anlamıyla dinamitledi. Bu bizi 1974'e kadar götürünce de ipler tamamen koptu. Aslında kardeşlik duyguları içinde olan iki millet, sonradan böyle düşman kardeşler haline geldi, getirildi.

O.A. - Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst rütbelerine gelmiş bir kişisiniz. Atatürk döneminden sonra; bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, özellikle de Deniz Kuvvetleri bünyesinde, Türk-Yunan dostluğu için somut bir girişimde bulunuldu mu?

SIKI DOSTLUKLAR
S.D. - Bir denizci olarak Yunan subaylarla çok defalar bir arada çalıştık. Buradan çıkıp bir genelleme yaparak sorunuzu yanıtlamaya çalışayım. Örneğin 1960'lı yıllarda, kısa adıyla anılan, seri NATO tatbikatları Ege'de icra edilirdi. Bunları bir yıl Yunan amiral, bir yıl da Türk amiral yönetirdi. Genç bir subay olarak bu tatbikatlarda görev almıştım. Gemilerimiz Yunan limanlarını ziyaret ederdi; onlarınki de bizim limanlarımızı... Otuz sene öncesine kadar bizim denizde gayet yakın ilişkilerimiz oldu.

O.A. - Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı ile olan kişisel yakınlığınızı duymuştum. Hatta sanırım bir tatbikatta da doğan gerginliği birbirinizi cep telefonlarınızdan arayarak yumuşatmışsınız...

S. D. - 1998'in Nisan ayında, Varna'da, Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanları Toplantısı'nın ikincisi yapıldı. Şubat ayında görevine başlayan Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı ile ilk kez karşılaştık. Aramızda "Ülkelerimizin genel siyasi tutumunun dışına çıkarak barış için bir şeyler yapamayacağımızı bilsek bile; hiç değilse bahriyelerimizin yakınlaşmasını sağlayabileceğimizi" konuştuk. Bu müspet tanışmadan sonra, önce Amiral, bir NATO Toplantısı için İstanbul'a geldi. Daha sonra da ben, aynı sebeple Atina'ya gittim. Böylece dostluğumuz ilerledi, aile dostluğuna dönüştü.

O.A. - Türk Tarih Kurumu'nu 1975'te yayınlanan Belleten Dergisi'nin 156'ıncı sayısında "Türk ve Yunan deniz silahlanma yarışının ekonomik boyutu siyasi boyutunu geçti" deniyor. O yıllarda durum böyleyken bugün geldiğimiz nokta nedir?

S.D. - Şimdi iki tane kriter var. Biri ülkenizi tehdit eden kuvvetleri gözönünde tutarak ona göre silahlanırsınız. Yunanistan gerçekten uzun yıllar bizim için ciddi bir tehditti ve Yunan Deniz Kuvvetleri'nin ulaştığı seviye, bütün yatırımlarımızda bir kriter oldu; bu doğru. Yunanistan'da Türkiye'yi kıstas almıştır hep. Peki bu silahlanma yarışını arttırdı mı? Arttırmıştır tabii. Ama üç tarafı denizlerle çevrili ve Boğazlar'a sahip Türkiye'nin çok önemli bir coğrafi konumu var. Azerbaycan, Kosova, Bosna, Arnavutluk bu duruma birer örnektir. Türkiye istese de istemese de, bu ülkelerdeki sıkıntılarda kendini "taraf" olarak buluyor. İşte ikinci kriter de budur. Bu bakımdan Türkiye'nin Karadeniz'de, Ege ve Doğu -hatta orta- Akdeniz'de güçlü bir deniz kuvvetine sahip olması gerekmektedir. Bizim barışta üç görevimiz vardır. İlk görevimiz savaşa hazırlanmak. İkincisi sancak göstererek ülke diplomasisine katkıda bulunmak. Üçüncüsü ise denizciliği teşvik etmek, ülkede deniz sevgisini aşılamak, geliştirmek. Bu üç görevie ilaveten, ublunduğumuz çağda iki görev daha çıktı: Birleşmiş Milletler harekatlarına katılmak ve afet bölgelerine yardımcı olmak. Kuvvet Komutanlığı görevim sırasında Karadeniz için önerdiğim bir konu vardı. Karadeniz ülkeleri tarafından kurulacak bir Çağrı Kuvveti. Denizde can kurtarmak, trafiğe yardımcı olmak, gerekirse afet bölgelerinden insanların tahliyesi, karışık bölgelere karışık ortaklaşa müdahale ederek barışı korumaya yardımcı olmak gibi tamamen insanı çalışmaların amaç edildiği bir organizasyon. Bu çok rağbet gördü. Yakında gerçekleşeceğine inanıyorum. Yunanistan'la sorunlarımızı barışla çözüp benzeri bir işbirliğine Ege'de de girebilirsiniz.

O.A. - Bizim Ege Ordusu, Yunanlar'a karşı konuşlanmış durumda. Foça'daki çıkarma filomuz da Yunanistan'a çıkarma yapmak için bekliyor. Yunanistan tedirgin oluyor. Böyle hissetmekte haklılar mı? Bu konuda ne yapabiliriz?

S.D. - Bu konuya, "yumurta mı tavukdan, tavuk mu yumurtadan çıkar" benzetmesiyle bir açıklama yapabiliriz sanıyorum. 1959'de Türkiye'de ne çıkarma kuvveti var, ne de Ege Ordusu... Türk-Yunan meseleleri ortaya çıktıktan sonra, efendim 1963'te Makarios'un Kıbrıs'ta yaptığı katliamlardan sonra Türkiye bu yola başvurdu. Olaylara temelinden yaklaşmak lâzım; yani "tavuk yumurtadan çıkmıştır." Kıbrıs olayları başlayınca, biz de oturduk, çıkarma gemisi yapmaya başladık. Sonuçta da bir çıkarma filosu oluştu ve 1974'e kadar, on iki yıl içinde Deniz Kuvvetleri yoktan varedildi. Şimdi onlar kendilerini tedirgin hissediyorlarsa, 1950'lerdeki bu durumuzu hatırlatarak cevap vermemiz lâzım. Aramızdaki ihtilâfların çözümü, gönül ister ki, tamamen barışçı yollarla olsun. En akılcı ve doğru yoldur.

O.A. - Siz ve Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı bir yakınlaşma başlattınız. Bu şimdilik çok küçük bir adım olabilir. Bunu böyle kabul edebilir miyiz?

S.D. - Evet bu doğrudur; ama şunu da hemen ekleyeyim ki ben bu yakınlığın derecesini MGK'da hiç çekinmeden açıkladım. Bizim yaptığımız bazı pratik çözümler üretmekti. İki ülkenin deniz kuvvetleri olarak yaşadığımız günlük sıkıntılara pratik çözümler ararken böyle gelişmeler doğdu ve devam da ediyor. Örneğin Kardak'ta yaşanan kriz her zaman doğabilecek bir olay. Bu bölgede her zaman, onlar da biz de, nöbet tutuyoruz. Vazife başındakilerin hepsi gencecik subaylar. Gece bir manevra sırasında gidiyor, karşı tarafın gemisine çarpıyor. İşte size bir ihtilâf. Bu tür olayların geminin batması veya ölümle noktalanacak sonuçları, hiç istemediğimiz halde, çok ciddi boyutlara ulaşabilir. Biz bu tür aksaklıkları gidermek için bazı ufak önlemler aldık ve birçok sorunu da telefonlaşarak çözdük. Meselâ evvelki sene Malta'ya kadar uzanan Denizkurdu Tatbikatı yaptık. Ben bunu kendisine haber verdim. Bu arada, artık tatbikat plânlarımızı da birbirimize verdiğimizi belirteyim.

ÖNEMLİ GÖREVLER
Neyse, dedim ki "Bizim gemiler sizin Girit, Mora açıklarında falan tatbikat yapacaklar. Amaç uzun süre denizde kalmayı deneyebilmek... Sakın endişe etmeyin." Sonra o beni aradı. "Salim" dedi "Ben şimdi önümdeki kompüterden sizin gemileri görüyorum.

Etraflarında bir tane bile gemim yok. Nasıl rahatsız eden yok, değil mi?" İkimiz de ne yaptığımızı biliyoruz ve karşılıklı güveniyoruz. Şimdi de Dışişleri Bakanımız'la Sayın Papandereau'nun olumlu geçtiğini sandığım temasları ve bu zelzelenin ortaya çıkardığı, aslında zaten varolan yakınlığı, gelecekteki ilişkilerimiz için çok ümit verici buluyorum. Ayrıca Yunanistan Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda da çok akılcı bir yoldadır. AB'ye üyeliğin anlamı nedir; aynı normlara evet diyen ülkelerin bir araya gelerek sorunlara tartışarak ortak çözümler üretmesidir. Yunanistan, Türkiye ile aynı çatı altına girerek sorunları tartışarak çözüme ulaştırabileceğinin farkına vardı. Yunanistan bu topluluk içinde milli menfaatlerini en iyi şekilde korumanın yollarını arıyor. Bu aşamada iki ülkenin yöneticilerine de büyük görevler düşüyor. O.A. - Çok teşekkürler... ! Osman

ATASOY
Dostluk sohbeti

1992'nin sonbaharında Uzaklar'ın dünya turu başlamıştı. Ancak daha yolun başında meydana gelen beklenmedik bir arıza nedeniyle tekneyi Yunanistan'ın Siros Adası'nda karaya çekmek zorunda kaldık. Pervaneyi sökmeye çalışırken yanımıza bir adam geldi. Bayrağımızı görmüş, "İbrahim Tatlıses'in son kaseti var mı?" diye soruyordu. Olumsuz cevap alınca bu sefer "Rakı var mı?" diye sordu. Sonradan arkadaş olduğumuz Yorgo, oradaki Sahil Güvenlik Botu'nun komutanıymış. Bir hafta kaldığımız Siros'da her akşam Uzaklar'ın havuzluğunda kurduğumuz çilingir sofrasına çöküp sohbet ettik. Yorgo'nun iki ülkenin ilişkilerine dair ilginç görüşleri vardı. Barıştan, kardeşlikten söz ediyordu. Adalar arasındaki iki haftalık bir seyirden sonra Yunanistan'dan ayrılırken aklımız iyice karışmıştı. Yorgo'nun anlattıkları ve adalarda gördüğümüz yakınlık o güne kadar öğrendiğimiz bilgilerle çelişiyordu. Sağ salim Türkiye'ye dönebilirsek kendi bahriyemizden de bir subayla söyleşmeye daha o zaman karar vermiştim. Yorgo 1992'de küçük rütbeli bir subaydı. Bu söyleşiyi yaptığım Salim Dervişoğlu ise Türk Deniz Kuvvetleri'nin komutanlığını yapmış bir amiral. Aradaki rütbe ve ulus farkına rağmen sanırım ikisi de aynı lisanı konuşuyorlar...


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır