kapat

25.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Acıya ve sevince ortak olmak

Hepimizin acılı ve sevinçli günleri olur. Çocuğumuz olabilir, önemli bir iş başarısı elde ederiz, bir yakınımızı kaybederiz, hastanede yatarız.

Acı olaylar yakınlarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, tanıdıklarımızı üzer, sevinçli olaylar ise onları da sevindirir. Ya da öyle görünürler.

Ancak ne acı ne de sevinçli olaylarda kendimizi ifade edemediğimizi farkettim. Nedense pekçoğumuz bu tür olaylar karşısında ne yapacağımızı tam olarak bilemiyoruz.

Davranışlarımızı şaşırıyoruz, konuşacak laf bulamıyoruz, gözlerimizi herkesten kaçırmak istiyoruz.

Örneğin yakınını kaybeden birinin yanına oturanlar mutlaka ve mutlaka "ağlamak" ihtiyacını duyuyor.

İlle ölümle ilgili "teselli" amaçlı bir şeyler söylemeye çalışıyor. Oysa büyük bir ihtimalle o anda duyulmak istenecek son şeyler bunlar.

Bunun yanısıra konu açmak da insanları sıkıntıya sokuyor. Cenaze evinde "havadan sudan" konuşulur mu, gülünür mü, hep ciddi ve üzüntülü görünmek mi gerekir, köşeye çekilip ahlar vahlar mı edilir, bunların içinden çıkmak da o kadar kolay değil.

Kıyafetler de öyle. Nedense herkes böyle durumlarda olmadık kıyafetlere bürünmeye çalışır. Kara gözlükler, koyu renk ve özensiz etekler, ceketler, pantalonlar. Herkes kendi yaşamının dışına çıkma ihtiyacı duyar.

Bu bir akıl verme, eleştiri yazısı değil. Açıkçası, özellikle acılı anlarda ne söyleyeceğimi, nasıl davranacağımı ben de bulmuş değilim. Sadece, yaptığımızın genellikle yanlış olduğuna inanıyorum.

Tabii bazı şeyler de "geleneksel" hale gelmiş olduğundan herkes öyle yapmaya çalışıyor. Bizde, yakınını kaybedenler mutlaka ziyaret edilir. Hatta uğramamak, birkaç kelime söylememek ayıp bile sayılır.

Acılı insanlar da bunu bildiklerinden yürekleri kan ağlasa bile tahammül etmeye çalışır.

Aynı şey aslında sevinçli günler için de geçerli. Belki çok sık yaşamadığımız için olacak sevinçli günlerde de ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Sevince, başarıya, mutluluğa ortak olmak da zor bir şey aslında.

Bir de böyle anlarda "densizlikler" yapılıyor ki, onu anlamak mümkün değil.

Örneğin adam kalp ameliyatı geçirmiş, ziyarete gelen "Ay benim babam böyle bir ameliyattan sonra ölmüştü" diyor örneğin.

Ya da çocuğunu kaybeden annenin yanında kendi çocuğunun başarılarını anlatıyor biri.

Bunlar da hayatın bir zorluğu

Avrupa'da bir adet
Küçük Melis'i kaybettikten sonra Londra'ya gittiğimizde İngilizler'in ilginç bir adetini öğrendim. İngilizler bu tür acılı günlerde kendiliklerinden gelip evin içini doldurmuyor. Şöyle yapıyorlar. Üzerinde mutlaka çiçek resmi olan bir kart alıyorlar. Bu karta başsağlığı dileklerini yazıyorlar ve evin kapısına bırakıyorlar. Bu şu anlama geliyormuş: "Acınızı paylaşıyoruz. Ancak bizi görmek isteyip istemediğinizi bilmiyoruz. Belki yalnız kalmak size daha yararlı olacaktır. Eğer yalnız kalmak istemiyorsanız bizi mutlaka arayın, hemen yanınızda olacağız." Aileler bu mesajı aldıklarında hiçbir cevap vermezlerse "yalnız kalmayı" tercih ettiklerini belirtmiş oluyorlarmış. Aksi takdirde kart için bir teşekkür telefonu açılıyormuş. Bu mesajı alan da bu kez şahsen geliyormuş.

Bu bizde kurulması çok zor bir adet. Bizde bu tür günlerde kimse teklif beklemez. Bilmem ama belki böylesi daha iyidir.

Aziz Üstel'in yaşı
Aziz Üstel BRT'de haftalık sahbet programları yapıyor. Necef Uğurlu'nun çok esprili haberleriyle süslenen programın adı "Ne olacak bu memleketin hali?" Aziz Üstel kendine özgü tavrıyla konuklarını soru yağmuruna tutuyor, bu arada bir "memleket meselesi" hakkında hem ciddi hem de gülümseten bir program çıkıyor ortaya.

Geçenlerde bir sohbete beni de davet etti Üstel. Programın konuklarından biri de son güzellik yarışmalarından birinde dördüncü olan 17 yaşında cici bir hanım kızdı. Üstel program öncesi genç kızdan bilgi almaya çalışıyor çeşitli sorular soruyordu. Bir ara kıza "Senin annen baban kim, belki tanırım" diye takıldı. Güzel kız son derece ciddi bir tavırla "Siz annemi babamı tanımazsınız, ama belki babaannemleri tanırsınız" deyiverdi. Aziz Üstel şaşkınlıkla "Niye?" diye sorunca, çok hoş bir cevap aldı: "Benim annemle babam çok genç ama, nasıl tanırsınız ki?" Yaşı 70'lere geldiği halde hâlâ genç ve yakışıklı kalan Aziz Üstel bu korkunç! cevap karşısında az daha bayılıyordu.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır