Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
2 Mayıs 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Lychee’nin kaptan köşkünü andıran terası çok geniş.

Boğaz'da zıtlıkların uyumu

DENİZ ERBİL
01.05.2009
Tarihi bir köşkte, yemek keyfini göz ve ruh ziyafetine de dönüştürmek isteyenler için Lychee ideal bir adres... Mönüde hem dünya mutfaklarından seçmeler hem de kebap çeşitleri var. Hafta sonları kahvaltısı da çok meşhur..
Baharı Boğaz'da yaşamaya bayılırım. Doğrusunu isterseniz dünyanın incisi bile olsa, karanlık, yağmurlu kış günlerinde Boğaziçi gözüme çekici görünmezken, baharla birlikte her şey değişir. Özel olarak burası için yaratıldığına inandığım erguvanlar tam da şu sıralar açmışken, Boğaz'ın tadına büsbütün doyum olmaz. Boğaziçi'nin en güzel manzaralı mekânları bana göre lebiderya restoranlar değildir. Ben daha çok denize yukarıdan bakan yerleri tercih ederim. Çünkü Boğaz'ın gerçek güzelliği yüksekten daha iyi belli olur. Bir arkadaşım şu sıralarda aradığım özelliklere sahip, hafta sonları kahvaltıları büyük rağbet gören, yeni bir restorandan söz etti. Boğaz'dan Beşiktaş yönüne doğru giderken Robert Kolej'in alt kapısından sonraki ilk sokakta, yokuştan çıkarken karşınıza gelen restore edilmiş bir köşkte yer alan Lychee adlı bu restorana geçen hafta sonu gittim.
Beyaz boyalı iki katlı köşkün üst katına buyur edildik. Restoran tenhaydı; bu sayede kaptan köşkünü andıran olağanüstü manzaralı köşe masaya oturabildik. Bir alt kattan çıkılan geniş terasıyla, son yıllarda gazetelerin moda değerlendirmeleri, 'Kare As' ya da 'En İyi 10' listelerine, 'En güzel Boğaz manzaralı mekânlar' kategorisinde rahatça girebilecek bir mekân burası. Boğaz'da, tarihi bir köşkün içindeki bir restorana şık sosyete manavlarında ara sıra görülebilen 'layçi' ya da 'litçi' diye okunan Uzakdoğu meyvesinin adının verilmesini yadırgadım. Meğer lychee meyvesi ile yapılan ve çok beğenilen margarita ve martinisi nedeniyle bu ad verilmiş. Bu restoran, bar olarak da hizmet veriyor. O kadarla da kalmıyor, hafta sonları kahvaltı servisi de var. Yetmedi, perşembe akşamları burada Latin dansları yapılıyor.
Yemek listesi ilginçti, iki bölümdü. Bir bölüm dünya mutfaklarından örneklere ayrılmıştı, öteki ise bildiğimiz kebapçı mönüsüydü. Her telden çalan bir mönü bende daima kuşku uyandırır.
Biz bu kozmopolit mönüden tercih yapmaya çalışırken fırından yeni çıkmış küçük ekmekler, tane kişniş, nar ekşisi, zeytinyağı ile hazırlanmış ezme kırmızıbiber, tereyağı, ince kıyılmış otlarla birlikte ezildikten sonra üzerine biraz pul biber serpilmiş beyaz peynir getirildi. Lezzetli ekmeğe biraz tereyağı sürüp tattığımda hoş bir sürprizle karşılaştım: Son yıllarda lezzetini unuttuğum mis gibi köy tereyağıydı bu. Kahvaltının başarısının hiç değilse bir nedeni anlaşılmış oluyordu.
Yemek listesinde bu birbirine zıt iki konsept için restoranın iki baş aşçı görevlendirdiğini okuduğumda önyargım biraz daha azaldı. Hiç değilse biri 12 yaşından beri İstanbul'un belli başlı ocakbaşı ve kebapçılarında ustalaşmış, öteki kentin en iyi kafe ve restoranlarında şeflik yapmış, her biri dalının uzmanı Selami Bahçeci ve Saffet Özer ustalar listeyi aralarında bölüşmüşlerdi. Bunu gördükten sonra daha gönül rahatlığıyla seçimlerimizi yaptık. Ben kebaptan gitmeyi tercih ettim. Fındık lahmacun ve içli köfteyle başlayıp, Adana kebap ile devam ettim, ortaya da sıcak, pastırmalı humus söyledim. Bir arkadaşım arasında krem peynir, roka ve füme somon dilimleri bulunan ve kepekli undan yapılan 'light krep', ardından da şarap soslu tavuk ısmarladı. Diğer arkadaşım ise yalnızca salatalık soslu tavukla yetindi. Yemeklerin yanında iki kadeh şarap ve bira yudumladık. Restoranda yabancı şarapların yanı sıra Kavaklıdere ve Doluca'nın ürünleri var ve makûl fiyattan açılıyor. Ayrıca oldukça iyi şaraplar kadehle de servis ediliyor. Bira mönüsü de birçok restorandan daha zengin.

SANKİ ASIRLIK BİR KEBAPÇI
Yemekler geldiğinde önyargılarım tümüyle yok oldu. Benim lahmacun, içli köfte ve kebabım İstanbul'un değme kebapçılarıyla rahatça boy ölçüşebilirdi. Üzerine kızgın tereyağı gezdirilmiş pastırmalı humus da nefisti. Salatalık soslu tavuğun salatalık sosu, ayrı bir kasede getirilen sarımsaksız bir tür koyu cacıktan başka bir şey değildi. Uzakdoğu usulü acılı, ekşili ve tatllı bir sosla terbiye edilmiş kazbaşı boyutlarında tavuk parçalarının yanında bu sos damağı rahatlatıyor, ortaya iyi bir lezzet sentezi çıkıyordu.
Üzerine kavrulmuş kabak çekirdekleri serpilmiş, soya filizi, roka ve taze naneyle sunulan kepekli undan yapılmış krep, hafif ve sağlıklıydı. Tek eleştirdiğimiz, şarap soslu tavuktu. Aşırı ekşiye duyarlı damakların bundan keyif alması kolay değildi. Yemeğin üstüne dondurma üzerinde servis edilen ev yapımı mozaik pasta ve yanında kaymaklı dondurma ile getirilen fıstıklı katmeri paylaştık. Türk-dünya sentezi tatlıda da tam puan aldı. Çok iyi bir servisle sunulan, Boğaz'ın olağanüstü manzarasına karşı yediğimiz bu güzel yemek ve kahveler için üç kişi 170 TL civarında bir fatura ödedik ve çok mutlu ayrıldık. Gelecek sefer kahvaltıya geleceğim; başta o güzel tereyağı olmak üzere merak ettiğim öteki malzemeleri atıştırırken, bahar güneşi altında hafta sonu gazetelerimi okumaya niyetliyim.