Son provokatif bomba Güngören'de patladı, hedef sivil halktı. Türkiye masumların kanlarıyla çekilen bu filmi ilk kez izlemiyor. Ve herkesin tek isteği var: Barış içinde ve istikrarlı bir şekilde yaşamak..
Türkiye sanki bir sinema salonu. Ama ne hikmetse bu sinemada hep korku filmi oynuyor. Bu filmlerde can verenleri ise hepimiz tanıyoruz: Bedrettin Cömert, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı ve daha nicesi. Türkiye'ye aynı filmi göstermekten vazgeçmiyorlar. Film belli: Ne zaman işler yoluna girer gibi olsa bir yerlerden çıkarılan bombalar, silahlar, kara gözlüklü adamların eline tutuşturuluyor. Geçen hafta Güngören'de çekilmeye çalışılan filmin sahneleri bundan yıllar yıllar önce de genellikle Alevilerin, solcuların yaşadığı yerler olurdu, adı bazen Maraş olurdu, bazen Sivas, bazen de bir üniversite bahçesi ya da gazete önü. Ama yıllar sinema sanayiini yeni mekânlar arayışına itmiş olmalı ki, artık bir alışveriş merkezi, alelalede bir semt, sıradan bir sokak da bombaların ve kurşunların hedefi. SABAH Pazar değişik açılardan bakıldığında aynı görünen ama aslında doğru bir bakış açısıyla gerçeğin görüneceği bu filmin bazı acılı karelerini yeniden yaşanmasın ve unutulmasın diye, tekrar hatırlatıyor. KANLI MARAŞ 19- 24 Aralık 1978'de gerçekleşen katliam, 12 Eylül darbesine gerekçe olarak kullanıldı. Solcuların ve Alevilerin hedef alındığı katliamda, siyasal nedenlerle körüklenen Alevi-Sünni ayrılığının Kahramanmaraş'ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde, 19 Aralık'ta kentteki sinemalardan birine patlayıcı madde atıldı. Bombalamanın solcular tarafından yapıldığını öne süren sağcı bir grup CHP ve TÖB-DER binalarına saldırdı, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı solcu öğretmenler öldürüldü. Cenaze törenlerinde olaylar devam etti. Solcuların camileri ateşe verdiği söylentisi kentin Sünni mahallelerine hızla yayıldı. Bunun üzerine harekete geçen silahlı ve sopalı kalabalık gruplar, Kahramanmaraş'ın Alevi mahallelerine saldırdılar. Katliama varan saldırılar sonucunda, resmi verilere göre 105, gayrı resmi verilere göre 500'e yakın kişi öldürüldü, 176 kişi yaralandı, 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi.
YEDİ ÖĞRENCİYE SALDIRI 16 Mart 1978'de öğle üzeri İstanbul Üniversitesi'ndeki derslerinden çıkan Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerine kimlikleri saptanamayan bir grup tarafından bombalı ve silahlı bir saldırı yapıldı. Saldırıda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt öldü, 41 öğrenci yaralandı. Olaydan sonra İstanbul Üniversitesi Senatosu, üniversiteyi süresiz kapatma kararı aldı. 1997'de İstanbul Barosu bünyesinde kurulan Susurluk Komisyonu'na gelen bazı belgelerden dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Lokman Kundakçı ile dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş arasında katliamın karanlık noktalarını aydınlatacak önemli bir görüşme yapıldığı anlaşıldı. Avukatlar bu belgeleri mahkemeye sundu ve Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan belge ve görüşme tutanaklarının tamamının gönderilmesini istedi. MİT, mahkemenin bu isteğine olumsuz yanıt verdi ve İçişleri Bakanlığı'nın muhatap alınmasını istedi.
ABDİ'Yİ VURDULAAAR 1 Şubat 1979'da, İstanbul Teşvikiye Emlak Caddesi'nin yoğun akşam trafiğinde arabasıyla evine doğru ilerlemekte olan
Milliyet gazetesi başyazarı gazeteci Abdi İpekçi, sinyal vererek Teşvikiye Karakolu'na doğru dönerken, elini camdan içeri sokan bir kişi silahını peş peşe ateşledi. Üç patlama sesi duyuldu. O sırada kocasını bekleyen Sibel İpekçi deli gibi sokağa fırlarken şöyle haykırıyordu: "Abdi'yi vurdularrrrrrrrrrrr..." Abdi İpekçi'nin BMW marka otomobili bir elektrik direğine vurarak durmuştu. Vücudunda dokuz kurşun yarası olan İpekçi, hastaneye kaldırılırken yaşamını yitirdi. Katiller olaydan sonra çalıntı beyaz bir Anadol otomobille kaçtılar. Dört kişiydiler. Gazetelerde katilin temsili resimleri yayımlandı. Abdi İpekçi'nin katil zanlısı Mehmet Ali Ağca, 25 Haziran 1979 tarihinde Beyazıt'taki bir kahvehanede ihbar üzerine yakalandıktan sonra basına konuştu: "Abdi İpekçi'yi ben öldürdüm. Ne sağcıyım, ne solcuyum. Bağımsız teröristim. Silahımı çektim ve sağ ön camdan elimi içeri sokup ateş ettim. Daha önce bir tek el ateş etmeyi, insana yaraşır bir şekilde öldürmeyi amaçlamıştım, ama kontrolümü kaybettim."
SAKINCALI PİYADEYE BOMBA 24 Ocak 1993. Ankara kar altında. Sabah saat 10'da Çankaya sırtlarında patlayan bir bomba gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun arabasını havaya uçurdu. Mumcu'yu katleden bomba aslında yalnızca o arabanın altına konmamıştı, bu suikast
Türkiye'yi istikrarsızlaştırma operasyonunun önemli bir kilometre taşıydı. Cinayetin hemen ardından açıklamalar birbirini izledi. Zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, cinayetin devletin namusu olduğunu ve aydınlatılacağını söyledi. Ancak devletin namusu olan cinayet hâlâ aydınlatılamadı. Mumcu'nun ölümünden dört gün önce, 20 Ocak 1993 günü İstanbul'da yapılan bir operasyonla 'İslami Harekat Örgütü' üyelerinin yakalandığı açıklandı. Sanıklar, kamuoyuna 'Çetin Emeç ve Turan Dursun cinayetlerinin failleri' olarak sunuldular. Bundan sonra neredeyse her yıl 'katil' ya da 'katiller' açıklandı ama yapılan açıklamalar kamuoyu vicdanını hiçbir zaman tatmin etmedi.
MADIMAK'TA YAKTILAR 2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Sivas'taki Paşa ve Meydan camilerinden çıkan gruplar önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi'ne ulaşarak, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti. Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi. Hızını alamayan ve sayısı yaklaşık 10 bine ulaşan grup, Kültür Merkezi'nden yeniden Hükümet Meydanı'na geldi. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak oteli tutuşturulan perdeler ve alt katta bulunan eşyalarla birlikte yakıldı. Otele sığınmış olan aydınlardan, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin'in de bulunduğu 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi. Sivas katliamı tarihe belediyenin önlem almadığı, itfaiyenin yangından saatler sonra geldiği, polisin görmezden geldiği, askerin bile bir şey yapmadığı bir katliam olarak geçti.
GAZİ DENİLEN YER 12 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi'nde çoğunlukla Alevilerin gittiği üç kahvehane, akşam saatlerinde otomatik silahlarla tarandı. Kahvehanelerden birinde bulunan Alevi dedelerinden Halil Kaya öldü ve beşi ağır 20 kişi de yaralandı. Zanlılar olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünün boğazını keserek öldürdü, aracı da ateşe vererek kaçtı. Bu saldırı olayların da başlangıcı oldu. Saldırının ardından çok sayıda vatandaş, Gazi Mahallesi'nde toplandı ve polis karakoluna yürüdü. Polisin grubu dağıtmak için havaya ateş açtığı sırada, bir kişi öldü, birçok kişi de yaralandı. Gece boyunca olaylar durmadı. 13 Mart günü polis karakoluna doğru tekrar yürüyüşe geçen grup, çevik kuvvet ve özel timlerle desteklenen polisle çatıştı. Yaşanan olaylarda 15 kişi öldü, aralarında gazetecilerin de bulunduğu çok sayıda kişi de yaralandı.
MAVİ ÇARŞI ALEV ALEV 13 Mart 1999 cumartesi günü Göztepe Kayışdağı Caddesi üzerindeki Mavi Çarşı'da alışverişin en yoğun olduğu saatlerden 16.30'da kar maskeli üç kişi molotof kokteyli atarak kayıplara karıştı. Kumaş ağırlıklı eşyaların çoğunlukta olduğu altı katlı bina bir anda alevlere esir düştü ve aralarında müşterilerin de bulunduğu 13 kişiye mezar oldu. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 16 Şubat 1999'da Kenya'da yakalanmasının ardından bu eylem, PKK'nın gerçekleştirdiği öne sürülen en büyük kitle katliamlarından biri olarak hafızalarda kaldı.