kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 11 Mayıs 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Longtable şık, ama müşterisini şık olmaya zorlamayan bir mekân.

Uzun masada Bob Marley havası

Melis Danişmed
İLİŞKİLİ HABERLER
Uzun masada Bob Marley havası
İzzet Çapa'nın mekânlarını sadece uzaktan, mesela gazete eklerinin magazin sayfalarından, köşe yazılarından takip eden biri olunca (Üstelik bir de yıllardır hayatımızda olan şu Cahide 'fenomeni' karşısında fenalıklar geçirirken) Çapa'nın yeni mekânına açılalı bir hafta geçmeden gitmek biraz tuhaf kaçıyor. Ve fakat, bazı işletmeciler, bazı mekânlar boşuna isim yapmıyormuş, bunu da öğreniyorsunuz. Yazının anafikri bu. Şimdi başa dönelim. Geçen perşembe, iş çıkışı Nişantaşı'nda dolanırken gece hayatının nabzıyla ilgili bilgi almak üzere Çağla Cabaoğlu'nun galerisine girdik. Cabaoğlu, adeta biletix.com gibi. O akşam nerede ne etkinlik varsa arka arkaya sayıp dururken sonunda "Longtable'a gidin en iyisi," dedi, "Bob Marley'ye benzeyen bir adam şarkı söylüyor." İzzet Çapa'nın bir mekânında Bob Marley benzeri bir adam... Bu ilginç birlikteliğe şahit olmak için Sofa Otel'in içindeki Longtable'ın yolunu tuttuk. Otelin birinci katına çıktığımızda lobideki koltuklardan birine yayılmış rastalı bir adam görünce "Tamam," dedim, "bizimki." Sonradan adının Junior olduğunu öğrendiğimiz Hollandalı 'Bob Marley' bacak bacak üstüne atmış, Alem dergisi okuyordu. Sahneye çıkmasına birkaç saat vardı.

LÜKS AMA KASMIYOR

Mekânın ön ve yan duvarları camdan ve camın içinde de Uygur kardeşlerin hayatımıza soktuğu 'bardak çekme yarışması'nı andıran bir görüntü var: Üst üste konulmuş yüzlerce kadeh. Onların arasından mekâna adımımızı attık. İtiraf edeyim, yarım saat içinde uzarız diye düşünüyordum. Yarım saat sonra düşündüğüm şey "İnsana kendini bu kadar iyi hissettiren bir mekân az bulunur,"du. Hava aydınlıktı ve bahçesi pırıl pırıl gözüküyordu, o yüzden mi yoksa dekorasyonunun sıcaklığından mı, içeride yapılan televizyon çekimi sırasında işletmecilerden birinin gelip "Rahatsız olur musunuz?" diye sormasından mı (genelde kimse sormaz, tabak gibi resminiz çıkar mesela dergide), bardaki Öztürk Bey'in hazırladığı kokteyllerden mi önce anlayamadım. Sonradan nedenini anladım. Oraya geleceğiz. Uzun masa esprisi burada daha farklı bir şekilde kullanılmış. İki tarafta zikzak şeklinde uzun birer bar masası. İki kişi gittiğinizde sohbet için ideal. Tavandaki avizeler ve tahta atlar çok hoş. Mönüde envai çeşit yemek var. Aralarında İskender Kebap Pizza ilgi çekiyordu. Bol dönerli bir pizza değil. Pizza hamurunun üstüne et, yoğurt, domates, biber koyuluyor. Çok lezzetli. Türkiye'de bir tek orada varmış. Öyle dediler. Yemeğimizi bitirdiğimiz sırada içeri Junior girdi. Mikrofonu aldı ve I've Got You Under My Skin'le geceye başladı. Böyle bir ortamda I Shot The Sheriff'i beklemiyorsunuz tabii. Sesi çok güzel. Bir de belli Frank Sinatra'yı seviyor, Strangers in the Night'la devam etti. Türkçe de öğrenmiş. Öyle "Merhaba" ile sınırlı kalmıyor. "Seni seviyorum aşkım," falan diyordu bir ara. Çok da güler yüzlü. O programına başladığında mekâna 'cemiyet hayatının ünlü isimleri' de akın etmeye başladı. Onun üzerine anladım ki, Junior boşuna Alem okumuyor. Zaten okumuyor, belli ki resimlere bakıp dinleyicilerini önceden tanımaya çalışıyor. Bir süre sonra İzzet Çapa göründü. İki bar arasındaki podyumvari girişte bir yukarı bir aşağı dolaşıyordu. Çevresinde de işletme müdürleri. Belli ki sürekli bilgi veriyorlar, o da birtakım direktifler veriyor, her köşeyi kontrol ediyor. Bazen bir işletmenin profesyonelliğini sadece oranın havasından bile anlayabilirsiniz. Buranın insana kendini iyi hissettirmesinin nedeni de buydu. Dekorasyonundan mönüsüne, servisinden tuvaletlerine kadar her şey profesyonelce düşünen bir kafadan çıkmıştı. Lükstü ama kasmıyordu. Şıktı ama sizi şık olmaya zorlamıyordu. Ortam cemiyet sayfalarına dönünce biz kaçtık ama sakin günlerde ya da saatlerde gitmenizi tavsiye edebilirim. Tabii ay başına denk getirmeniz yerinde olur.