kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 11 Mayıs 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Gitmek isimli film, daha önce Rotterdam kentinde izlenmiº ve ilgi görmüº.

Varolmayan Türkiye'yi anlatmak anlamsız geliyor

Evrim ALTUĞ / Müjgân HALİS
Gitmek filmi ile New York Tribeca Film Festivali'nden en iyi yönetmen ödülüyle dönen Hüseyin Karabey: "İnsanlara varolmayan bir Türkiye'yi anlatmak, kime fayda getirir?"..
Hüseyin Karabey, geçen hafta Gitmek -My Marlon and Brando adlı ilk kurmaca ve uzun metrajlı sinema filmi ile New York Tribeca Film Festivali'nden büyük ödülle döndü. Aynı filmin başrol oyuncusu Ayça Damgacı ise, yine bu filmdeki rolü ile, kısa süre önce sona eren 27. İstanbul Film Festivali'nden de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almıştı. Kuruculuğunu ve destekçiliğini altı yıldır ABD'li ünlü aktör Robert De Niro'nun yaptığı festivalde, Karabey Gitmek filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü kazandı. Karabey'e 25 bin dolarlık para ödülü de getiren filmi, festivale katılan 2 bin yapım arasından ilk 12'ye girmiş ve yedi gösteriminin de biletleri tükenmişti. Yönetmen ile, sinema anlayışı ve dünyanın 'bu tür' filmlere kucak açan düzenini konuştuk.

- Filminiz bir aşk öyküsünün yanı sıra, bir yüzleşmeyi, bir karşılaşmayı ve bir tanıklığı anlatıyor. Ama oryantalist - turistik bir bakışla değil, çırılçıplak gerçekler olarak...
- Çırılçıplak bir gerçekliği sanatsal bir dille sunmaktan başka çaremiz kalmadığı için bu dili bulduk. Aksi takdirde sizin yalan söylediğinizi iddia ediyorlar. Görmemezlikten geliyorlar. Sinema yapış tarzım zorunluluktan kaynaklanan bir yaratma sürecinin sonucu. Sinema tarihinde sansürün ve baskının yaratıcılığı olumlu etkilediği sinemacılar olmuştur. Yılmaz Güney, Carlos Saura, Fernando Solanas gibi... Onların filmleri bizim için devamlı öğrendiğimiz bir okul oldu.

- Siz her nedense ana akım medyada 'ötekileştirilen' bir sinemacısınız. Buna nasıl direnebiliyorsunuz?
- Beni hep diğer sinemacılarla kıyaslıyorlar. Diyorlar ki, "...korkmuyor musunuz? Nasıl direnebiliyorsunuz? Zor değil mi? Değiyor mu çabanıza?" Arkadaşlar, ben sinemacı kimliğimden önce, bu ülkede yaşayan Kürt kökenli bir işçi ailesinin çocuğuyum, hayat her zaman bizim gibiler için zordu. Başıma ne geliyorsa geldi. Ben bu yaşananları televizyon ekranında seyretmedim hiç. Ya da gözümün önünde olurken gözümü kapamadım. Bu anlamda, benim halkımın yaşadığı zorluklardan daha fazla zorluk yaşamıyorum; hatta her geçen gün daha rahat sinema yapabiliyorum. Kendimi hiçbir zaman sinemacı olarak görmedim. Bu, benim kendimi ifade etmek için kullandığım bir dil sadece. Ben her şeyden önce bu ülkede yaşayan bir bireyim. Bu sebeple zorluklar beni yıldırmıyor, onlar hep vardı ve belli ki daha uzun süre var olmaya devam edecek. Sanatçı değilim, sanat yapıyorum. Bu çok farklı iki şey.

- Film için kafanızda gerçek yaşama dair ne tür bir kurgusal tasarım oluşmuştu?
- Aslında yaptığım tek bir şey var. Burnumun ucunda olanları görmeye çalışıyorum. Kendimi, yaşadıklarımı sinema perdesinde göremediğim için sinema yapıyorum. Herkesin, kendini ifade etme özgürlüğü olmalı. Ben de bunları görüyorum yaşadığım hayatta. Bunlar, benim kendi gerçeklerim. Kimseye, 'Bak, bu tek gerçek,' demiyorum. 'Bu da benimki,' diyorum. Böylece, neyin doğru ya da yalan olduğu konusunda diğerlerinin bir tercih şansı olabilir; aslında her şeyi, eğer bu sinemayı yapmasam, kendimi çok iki yüzlü hissedeceğim için yapıyorum. Varolmayan bir Türkiye'yi anlatmak, anlamsız geliyor bana. Eğer sanatçı sadece uzakları görüyorsa ve burnunun ucunu göremiyorsa, bu bir göz hastalığıdır. Sadece burnunun ucunu görmesi de hastalıktır. Önemli olan, bunun ortalamasını yapabilmektir.
Haberin fotoğrafları