kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Türk usulü Fransız Devrimi: II Meşrutiyet

Kaya GENÇ / NUH KÖKLÜ
Siyaset bilimci Tarık Zafer Tunaya'nın da tespit ettiği gibi II. Meşrutiyet, Türkiye'nin siyasi laboratuvarıydı. Tunaya, Osmanlı dönemindeki siyasi olayların Türkiye'nin bugününü anlamak için rehber vaziyeti gördüğünü ima etmişti. Bu dosyada, bir dönem Fransız Devrimi'nden ilhamla yola çıkan gençlerin nasıl, 'Hürriyet, Musavvat, Uhuvvet' sloganlarıyla Türk usulü Fransız devrimi yarattıklarını okuyacaksınız...
309 yıldır neden bocalıyoruz?
Prof. Dr. İlber Ortaylı haklıydı; 'imparatorluğun en uzun yüzyılı' 19. yüzyılın başından, imparatorluğun fiili olarak ortadan kalktığı 1922'ye kadar süren dönemdi. Doğum siciline bakarsanız 622 yıl saltanat süren Osmanlı için 100 yılın ne önemi var? Ama mesele zaman değil, mesele o zaman zarfında neler yaşandığı... Kaldı ki Ortaylı, Tanzimat Fermanı'nı, Batı'dan ithal kurumların gündelik hayata sirayet etmesini ve buna paralel olarak yenileşme fikrine sahip çıkan aydınların sahneye çıktığını tespit ederek, 'en uzun' yüzyılın kaydını düşmüştü. Dahası, öncesi ve sonrasını da etkileyen olayların dökümünü vererek, resmi tarihçilerin 'gökten zembille indiğini' varsaydıkları Cumhuriyet kadrolarının da nereden yetiştiğini göstermişti.

BOZGUN ALÂMETİ
Osmanlı İmparatorluğu için sonun başlangıcı olan bir tarih düşmek gerekirse, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın da referansıyla 1699 Karlofça Anlaşması'nı vermek yerinde olur. Osmanlı o anlaşmayla ilk defa toprak kaybetmedi, ilk defa aleyhine bir anlaşmaya da imza atmadı ama Karlofça, Osmanlı'yla Avrupa'da egemen olmaya başlayan yeni zihniyetin bir karşılaşma anını teyit etti. Kapitalistleşen, yeni sınıfın gereksinimlerine göre şekillenen Batı karşısında 'eski'ye ait olan Osmanlı asabiyetinin, gerilemeye yüz tuttuğu ayan beyan ortaya çıktı. Bir dönem Sefaratname metinlerinde de görülebileceği üzere, mağrur Osmanlı'ya, değişen dünyayı hayranlıkla izlemek düşmüştü. Resmi tarihçilerin 'duraklama' ardından 'gerileme' olarak tercüme ettiği dönem, aslında Osmanlı'nın Batı'ya ayak uydurma çabalarından başka bir şey değildi. Askeri reformlar, Batı'ya daimi elçi atama, Batı tekniklerinden yararlanma derken Batı'yla açılan mesafe kapatılmaya çalışıldı, oysa mesafe daha da açılmıştı. 1839 Tanzimat Fermanı bütün bu yenileşme çabasının kâğıda dökülmüş haliydi ama sorun da orada başlıyordu, yenileşen yalnızca devletti. Islahat Fermanı, 1876'da tarihlere I. Meşrutiyet olarak geçen Kanun-i Esasi'nin ilanı hep otoriter, yukarıdan aşağıya bir değişimin ifadesiydi. Yeni devlete yeni bir toplum gerekiyordu, ama ne Ahmet Mithat gibi kendini toplumu eğitmeye adamış aydınlar ne de Batı'nın zorlamaları da derde derman olmuyordu. Kimi Pan-İslamizmi, kimi henüz ne olduğunu tam kestiremediği Türkçülüğü, kimi de 'merhem' olarak Batı'nın tekniği yanında fikrinin de kabul edilmesi gerektiğini söylemekle yetiniyordu.

TÜRKİYE'NİN LABORATUVARI
Tarık Zafer Tunaya haklıydı; II. Meşrutiyet Türkiye'nin siyasi laboratuvarıydı. Tunaya, 'Osmanlı' demiyor, 'Türkiye' diyor; yani Osmanlı döneminin siyasi tartışmalarının bugünün Türkiyesi'ni anlamak için ipuçları verdiğini söylüyordu. Bugün Avrupa Birliği'ne girersek kimliğimizi kaybeder miyiz? Kadınların kıyafeti siyasi rejimi nasıl tehdit eder? I. Jöntürk Kongresi'nde Osmanlı'nın toprağından bir çakıl taşı verilemeyeceği üzerine yeminler edilmişti, aradan 100 küsur yıl geçti, değişen yalnızca Osmanlı kelimesi. Yani özetle, bugün tartışılanlar, II. Meşrutiyet yıllarında da tartışılıyordu. Dahası, bugün yaşanan çatışmaların, tartışmaların hatta siyasi suikastlarin kökenine baktığınızda hep o Meşrutiyet yıllarının 'laboratuvar' ortamını görürsünüz.
Haberin fotoğrafları