kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 25 Ekim 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC

Planlar ve yatırımlar

ERHAN DEMİRDİZEN
18.10.2007
Geçtiğimiz hafta İTÜ, MSGSÜ ve YTÜ ile Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesinin birlikte düzenledikleri "İstanbul Buluşmaları" ndan daha önce söz etmiştim. "Buluşmalar"ın konusu gerçekten hassastı. İstanbul'da planların dilinden konuşanlarla yatırımların dilinden konuşanlar arasındaki mesafenin fazla açılması karşısında duyulan mesleki rahatsızlıklar yeni arayışları gündeme getirmişti. Türkiye'de ne oldu da planlarla yatırımlar birbirinden bu kadar kopuk hale geldi? Dolayısıyla da, büyük yatırımların çoğuna neden şehir plancıları ve mimarlar dava açıyor noktaya geldiler? Bu soruların cevabını aramaya başlamazsak, planların yatırımlarla olması gereken ilişkisini sağlıklı bir biçimde kurmaktan büsbütün uzaklaşacağız demektir.

Yasal enkazlar
Bir kere, ülkemizdeki büyük yatırımların gerçekleşme süreçleri, arkasında hep yasal enkazlar bırakıyor. Yani bu yatırımlar için sürekli 'hukuki olmayan yasal takviyeler' yapılıyor. Söz konusu olan İmar Yasası olunca da, bu takviyeler imar planlarında açılan parantezlere dönüşüveriyor. Şöyle ki, yatırımcı olarak devletle bağlantılı bir işe girişiyorsanız, sizin için bütün ihale usulleri, mali yükümlülükler ve imar kuralları askıya alınabiliyor. İşinizi Ankara'da halletme lüksüne de kavuşmuş oluyorsunuz. Kabul edelim ki, bunlar suistimal edilmeye müsait durumlar. Siz de ölçüyü biraz kaçırarak işinizi tamamlamaya girişirseniz, karşınızda idare mahkemelerinin sarı zarflı tebligatlarını buluyorsunuz. Davacı da şehir plancıları ve mimarlar. Her açılan dava geçerli nedenlere dayanıyor demek istemiyorum ama ölçüyü kaçıran girişimlerin kente faydadan çok zarar vereceğini düşünen meslek çevrelerinin ellerindeki tek enstrüman yargı oluyor. Siz yatırımınızın istikbalini düşünürken, başkaları da kentin istikbalini düşünme işini üstleniyor. İş bu noktaya geldikten sonra da, planlar yatırımcı için 'bürokratik engel' haline gelmeye başlıyor. Fakat bizim planlama sistemimiz de kentteki büyük yatırım olanaklarını belirli bir düzene koyabilme iddiasından uzak. Bunu tartışıp düzeltmekten de kaçınmamalıyız diye düşünüyorum. Bir anlamda hala 1970'li yılların Türkiye koşullarında planlama yapıyoruz. Birkaç yüz metrekarelik küçük mülkiyetlerin üzerinde inşa olan kentlerimiz için yapılan planlar, 30-40 yıl önceki gibi, arsa sahibiyle küçük müteahhidin 'kat karşılığı' anlaşarak bina yapmasını esas alıyor. Planlarımız bu anlayışla yapılınca, belirli bir ölçeğin üzerindeki yatırımlar da 'plan tadilatı' ile birlikte gündeme geliyor. Ama bu yetmiyor tabii. Büyük yatırımcılar küçük arsaları emlak komisyoncuları aracılığıyla toplamaya çalışıyorlar. Bunu yapamıyorlarsa, büyük parça halinde duran hazine ve belediye arsalarına dikkat kesiliyorlar. Zincirlikuyu'daki eski Karayolları arazisi ve Levent'teki İETT garajı için yaşananlar bunun örneği. Çünkü kamu arsaları üzerinde ölçüyü kaçırmış bir 'plan tadilatı' yeni felaketlerin alameti olarak görülüyor.

Planlar önem kazanıyor
Bu kangrenleşen sorunu çözmede planlara çok iş düşüyor. Planlar, kentte yaşayanların ihtiyaçlarıyla büyük yatırımların dengesini kurmak zorunda. Bunu yapamayınca, yatırımların kente gelişi tartışma yaratıyor. Bu ortamda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın, "beni haftada 2-3 yatırımcı ziyaret ediyor" sözleri herkes açısından spekülatif bir özellik kazanıyor. Bu yatırımcıların hepsi Başkan'ın odasından mutlu ayrılmıyor. Tabii ki bu çok normal. Ama kimlerin mutsuz edileceği neye göre belirleniyor? Önceden ilan edilmiş yazılı usullere bakılıyor mu dersiniz? Zaten 'plan'dan kastımız da buPlanlar bir kere paranteze alınınca, bundan kentte yaşayanlar da yatırımcılar da zararlı çıkıyor.