kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Ağustos 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

İki kongreden anılar

Kimi insanlar vardır, söze "3 Eylül 1957'de" diye başlarlar. Tarihleri şaşmaz kesinlikle hatırlarlar. Ben ise, değil gününü, yılını bile unuturum çoğu zaman.
Ama bu olayın tarihini unutmam olanaksız. "12 Mart muhtırası" sıralarıydı. PEN Klüp'ün Türkiye Şubesi Başkanı Yaşar Nabi beni çağırdı bir gün. "Seni Yugoslavya'ya yolluyoruz," dedi. "Uluslararası Pen Klüp Kongresi'nde bizi temsil edeceksin."
Para nerede! Trenle Ljubljana, oradan otobüsle Piran-Portoroz.
Genel Başkan Pierre Emmanuel. Tutucu Fransız şairi. Gündemdeki bir
maddeyi, düşünce özgürlüğüyle ilgili bir maddeyi tartışmaya açmaktan kaçındı. Söz aldım. Türkiye'de birçok yazarın düşüncelerinden ötürü cezaevinde olduklarını belirterek konuşmaya başladım, gittikçe artan bir öfkeyle uzunca bir nutuk attım. Maddenin görüşülmesini istedim. Başta Heinrich Böll, bazı delegelerin desteğiyle, yemek saatlerinden fedakârlık edilmeye razı olundu, konu görüşüldü, özgürlüklerin düşünce suçundan ötürü kısıtlanması kınandı.
Yurda dönüşümde de bu densizliğimin cezasını çektim, kısa bir süre sonra havaalanında Oktay Akbal ile Ali Taygun'un huzurunda polislerce bir güzel uyarıldım.
Altı ay sonra bir kongre daha vardı. Bu kere İrlanda'da. Dublin yakınlarında bir kıyı kasabasında. Delege yine ben. Onur konuğu olarak da
Talat Sait Halman çağırılmıştı. Uluslararası PEN, üyelerden birinin Kültür Bakanı olmasından duyulan kıvançla, onu özel olarak davet etmişti.
Halman en sevdiğim, saygı duyduğum insanlardan biridir. Yüreğinin sıcaklığını beyniyle beslemiştir hep. Onun 12 Mart döneminde Kültür Bakanlığı görevini üstlenmesi bir yanılgının sonucudur bence, başkalarını da kendisi gibi sanmasından kaynaklanmıştır.
Halman'ı tanıdığım yıllar boyunca bu yargım hiç değişmedi, hep güçlendi.
Kongrenin gündemindeki maddelerden biri Başkanlık seçimiydi. İki aday vardı: Pierre Emmanuel ile Heinrich Böll . Şubelere sorulmuş, oylar yazıyla istenmişti. Sonuç açıklandı. 16-16 berabere. Türkiye Şubesi oyunu Pierre Emmanuel'e vermişti.
"Usulen bir de burada delegelerin oylarına başvuralım" denildi.
Beraberlik Emmanuel'in işine geliyordu. Bu durumda, tüzüğe göre, bir dönem daha Başkanlık edecekti.
Alfabe sırasına göre, delegeler açık oyla kararlarını belirtmeye başladılar. Her delege kendi şubesinin kararına uyuyordu. Türkiye olarak en son ben oy kullanacaktım.
Sıram gelince ayağa kalktım, oyumu açıkladım: "Heinrich Böll" .
Önce bir sessizlik oldu salonda; sonra Böll'cülerden bir alkış koptu. Heinrich Böll, 15'e karşı 17 oyla Başkan seçildi.
Bir sonraki kongrenin yeri belirlenecekti. İki ülke adaylık için başvurmuştu. Halman, "Türkiye'de yapsak kongreyi," dedi.
"Altından kalkamayız ki," dedim.
"Ben Kültür Bakanı olarak gereken bütün desteği sağlarım," dedi Halman. "Sen yalnız kulis yap, bize oy versinler."
Kürsüye çıktı. Olağanüstü İngilizcesiyle inanılmaz güzel bir konuşma yaptı. Oylamayı kazandık.
Türkiye'ye döndüğümüzde Yaşar Nabi, "Yandık!" dedi. "Biz bu kongreyi nasıl yaparız?"
"Halman söz verdi," dedim.
Ama Halman kısa süre sonra istifa edecek, hükümetin olaya soğuk bakması yüzünden Yaşar Nabi'yle bana da masa başına geçip uzun mektuplar yazmak düşecekti.
Yazışmalar sonunda kongre İsrail'e alındı da Yaşar Nabi karabasanlar görmekten kurtuldu, derin bir oh çekti.