kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Ağustos 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

130 yıl sonra yol ayrımı

Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki hukukçuların AK Parti'ye hazırladıkları yeni anayasa taslağıyla ilgili tartışmalardan edindiğimiz izlenim şu: "Ağaçlara bakmaktan orman görülemiyor."
Tabii bu genel ve kolaycı eğilimde Özbudun ve AK Parti'nin iyi çalışılmış pazarlama taktiğinin de payı var:
- Henüz kaç madde olacağı bile kesinleşmeyen taslak yedire yedire sızdırılıyor.
- Genel hükümler arasına "Acaba ne tepki verilecek" anlayışıyla "Bamteli"ne basan maddeler sıkıştırılıyor. Böylece "Netameli" konularda bir tür kamuoyu yoklaması yapılıyor.
Tartışmalarda türban, Anayasa Mahkemesi gibi "Tuzak" konular ön plana çıktığına göre, taktiğin işe yaradığı sonucuna varabiliriz.
Oysa -yeni ve sivil-anayasa taslağının tümü değerlendirilse (Sızdırılan maddeler ve Özbudun'un açıklamaları bile bunun için yeterli), Türkiye'nin bir kavşağa geldiği görülecek.

Merkezciler ve Çevreciler
Bu kavşakta sadece iki yol var: İlki 4-5 yılda bir iktidarların el değiştirmesine götürüyor. İkincisinde ise sadece iktidar değil, devlet de el değiştiriyor. Özbudun taslağı ikinci yolu öneriyor.
Bu, İttihat ve Terakki ile başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin de benimsediği "Merkeziyetçilik", "Milliyetçilik", Ulusçuluk" sürecinin sonu demek.
Bu, "Devletçilik, bürokratlık, seçkincilik" diye tanımlanan 130 yıllık geleneğin noktalanması demek.
Bu, "Askeri oligarşi" ve "Sivil bürokrasi" ittifakının kurullar aracılığıyla egemenliği kullanmaları döneminin bitirilmesi demek.
Bu, tepeden inme reformlara, "İnkılapçılığa" ya da "Devrimciliğe" veda demek.
Daha açıkçası; bu, "İhtilal" yerine "Islahat", "Merkeziyetçilik" yerine "Adem-i merkeziyetçilik", "Milli iktisat ve milli bürokrasi" yerine kişilerin devletten bağımsız olarak bireysel yeteneklerine güvendikleri "Teşebbüsü şahsi" ilkelerinin benimsenmesi demek.

Sabahattin-Ziya Gökalp
Ve nihayet bu, yukarıda saydığımız kavramların da ipuçlarını verdiği gibi, Prens Sabahattin'in İttihat ve Terakki ideologu Ziya Gökalp karşısında rövanşı demek.
Ya da Şerif Mardin'in ünlü teorisiyle ifade etmek gerekirse, "Çevre"nin "Merkez"e yürüyüşünün son aşaması demek. Yani Özbudun'un söylediği gibi, "Vesayetçi reform anlayışı"nın sonu demek.
Yanlış yorumları önlemek için belirtelim: Özbudun ve arkadaşları "Vahiy"le bu tercihe yönelmediler. Türkiye en az 10 yıldır bu yol ayrımını tartışıyor.
Rahmetli Prof. Dr. Bülent Tanör, 1997'de TÜSİAD için hazırladığı "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri" raporunda İttihat ve Terakki'nin tepeden inmeci reform anlayışına son verme zamanı geldiğini savundu.
Ondan 10 yıl sonra Prof. Dr. Zafer Üskül, yine TÜSİAD'ın talebiyle Tanör'ün önerilerini güncelleştirdiği "Türk Demokrasisinde 130 Yıl" başlıklı çalışmasında bu tercihten yana tavır koydu.
İki tarihin arasında, 2001'de, Türkiye Barolar Birliği anayasa taslağında benzer bir yaklaşımı benimsedi.
Özetle uzun bir düşüncel hazırlık ve zihinsel olgunlaşma süreci sonunda bu kavşağa gelindi.
Yeni tercihle ilgili kaygıları ve korkuları elbette meşru kabul ediyoruz. Onlara güvence niyetine olmasa da, iki noktayı hatırlatmakla yetiniyoruz:
- Prens Sabahattin de bireyi devletin önüne koyan önerilerinde, "Başarımızın temel şartı laikliğin benimsenmesidir" diyordu.
- "Çevre" yani halk artık yönünü belirlerken, Atatürk' ün "Çağdaşlaşma" ülküsünü tehlikeye atmayacak kadar, böyle bir şeye kalkışmanın mayayı çürüteceğini kavrayacak kadar bilinçlendi.