|
|
|
|
|
Yağmurdan kaçarken...
|
|
İstanbul depremlerle sallanıyor. Ben makinelere bağlı olduğum için bir yere kaçamıyorum. Yattığım yerden, Kandilli'den önce depremin şiddetini söyler hale gelmişim. Kemoterapi, radyoterapi derken inılmaz yorgun düştüm. Doktorlar "Açık havaya git, ormanda göl kenarında yürüyüş yap" dediler. Abant'ın yolunu tuttum. Yolda, hep uğradığımız İsmail'in Yeri lokantasına uğrayalım diyorum ama hanım durmak istemiyor. Neyse Abant'a vardık, otele girdik. Ben lokantaya indim. O da ne! Önce bir gürültü, sonra uğultu. Sonrasında tabaklar, çanaklar yerde... Otelin çatısı uçup gidiyor... Aman tanrım tam depremin içine düşmüşüz!.. Herkes otelden kaçtı biz kaçmadık. (Birde yakın dost Levo ile Nını) Benim bir de inadım tuttu, bilardo oynayacağım diye. Ama bir sorun var; o kadar sık deprem oluyor ki, o toplar yerinde durmuyor, kayıyor. Sabah oldu, tekrar İstanbul'a döneceğiz. Tam 14 saat süren dönüş yolculuğunda öğreniyoruz ki İsmail'in Yeri uçmuş gitmiş. Hani orada dursak biz de ölüp gideceğiz....
|
|
|
|
|
|
|
|
|