Bayrağı kafaya sarıp kuma gömmek
Asala tetikçilerinin diplomatlarımızı birer ikişer şehit ettiği günlerden birinde, Karadeniz kıyısında bir kahvehane. Kimi kağıt oynuyor, kimi taş. Televizyonda haberler başlıyor ve ilk olarak yeni bir Asala saldırısı bildiriliyor. Kahvehaneyi derin bir sessizlik kaplıyor. - Oo, kinadum oni!!! Herkes bu kahredici nükteyi patlatan adama dönüyor. Filtresiz sigarası dudağında, külü uzunca bir köprücük oluşturmuş, kağıtları elinde öyle heykel gibi duran orta yaşlı muzip bir Karadenizli. Bu gülünç görüntü kimseyi tebessüm ettirmiyor, aksine yürekleri dağlıyor. Bilmem kaçıncı Asala eylemine rağmen hala kınama beyanatları vermekle yetinir görünen bir ülkede halkın gazap lavı, vahşicesine dalgacı bu üç kelimelik cümlede fokurdamaktadır.
Bayrak yakma olayı bana önce bu yaşanmış küçük öyküyü hatırlattı. Hiç şüphe yok, devleti ne kadar çözülmüş ve bozulmuş olursa olsun, Türk insanı ne kadar derin uykuda bulunursa bulunsun bu ülkede bardağın taşacağı bir an mutlaka gelir. Yarım asırdan fazla bir zamandır Türkiye'nin cümle yetkilileri başlarını kuma gömerek bugünlere gelmiştir; doğru! Şimdikilerin de önemli bir kısmı aynı dalalete ortak olarak zavallı makam işgalcilerinden başka bir çap da arz ve va'detmemektedirler; bu da doğru. Amma eninde sonunda bardağın taştığı an gelir. O zaman fitne şöminesinin başındaki bütün maşa tutanlar ve maşalar kaçacak delik aramaya başlarlar. Ateşteki köz parçacıkları bunu akıl edemeyebilirler milletin yumruğu muhakkak son noktayı koyar. Böyle olacağından eminim. İçimi dağlayan, hızla koşturulduğumuz o 'bardağın taştığı an' geldikten sonra ödenecek bedelin ağırlığıdır. Bölgeyi karıştıran güçlerin bütün emelleri yanında ayrıca özellikle tasarladıkları da düşmanlaştırılmış kardeş lerin boğazlaşmasıdır. İlgili kafaların önemli bir kısmı hala kuma gömülü olduğu için, kaybedilen her saniye, kaçınılmazlaşan bu bedelin boyutlarını büyütmektedir. Asla 'ne duruyorsunuz, bayrak yanıyor, hala asmıyor musunuz, kesmiyor musunuz' diyenlerden değilim. Bir birey olarak yakalarına yapışıp ödenecek bedeli büyüttükleri için kendilerinden davacı olacağım dünkü ve bugünkü yöneticilere iletmek istediğim yankı çok yalın: - Sadece sonuçlara takılmış gidiyorsunuz. Hele cezai ehliyeti dahi tartışmalı iki-üç zavallının -kurgulanmış olsalar da- eylemine kükremek, sizi dağ gibi görmek isteyenlerin yüreklerini burkuyor. Sebeplere inmeye başlayın; bugünden yarına değil, en erken on yıl sonrasına yönelik tedbirler tasarlayın ve uygulayın! Mesele bu haytaların -planlı veya plansız- bayrağı yakma girişimleri değildir. Bir ülkenin bayrağını herhangi bir mecnun da yakmaya kalkışabilir. Bu ne bayrağı lekeler, ne ülkeye zaaf getirir. Mesele; on binlerce, hatta yüz binlerce gencin ve çocuğun amansız bir Türk düşmanlığı ile beslenmiş bulunmasıdır. Sayısız çocuk yıllardan beni 'Türkler seni bin yıl sömürdü; özgürlüğünü ve malını gasp etti, öldürdü ve sürdü; şimdi hesap sorma zamanı geldi. Türklerin malı, canı ve ırzı sana helaldir' diye eğitiliyor. Sokaklardaki gaspçı nesli bu ideolojik bilinçle eylem yaptığını düşünüyor, kendini hırsız hissetmiyor. Böylece, filanca örgütün simgesi, belli bir kökenden gelen çocukların neredeyse tamamına hayali ülkesinin bayrağı olarak belletilip benimsetilirken nerelerdeydik, ne yapıyorduk, şimdi niye şaşırıyoruz? Yoksa 'yüz binlerce insan bayrak düşmanı olsun ama bunu bari gizlesin' mi diyorduk yıllar boyu. Atatürk gideli beri Türkiye'de en temel devlet işleri olan güvenlik ve gelecek nöbetçiliği tamı tamına bu kafa ile yürütülmüştür: - Hain olsun ama bunu açığa vurmasın! Niye? Siz koltuktaki ömrünüzü rahat geçiresiniz diye mi? Açık; isyanım bayrak yakanlara değil, dünden bugüne, terör örgütünü yöneten kişi kadar dahi uzak görüşlü davranamayan yetkilileredir! Adam güya devletin hapsettiği bir suçlu. Fakat bu suçlu sadece terör örgütünü değil, maaşını devletin verdiği binlerce memuru ve çok sayıda mahalli idareciyi oturduğu yerden yönetiyor. Acaba kim bu ülkeye daha çok kötülük yapıyor? Dünden bugüne kafaları kumdaki yetkililerimiz mi, bölücü eşkıya mı? - Hepunuzi kinadum!
|