Borçların sürdürülebilirliği
Zaman zaman gündeme düşen, kamu borçları ve bunların sürdürülebilirliği tartışmaları yeniden başladı. Bu kez tartışmaların odak noktasını, "bu borçları daha önce yeniden yapılandırsaydık daha mı iyi olurdu?" sorusu oluşturuyor. Biraz daha irdelediğinizde "acaba bu olanak hâlâ var mı?" sorusuna yanıt arandığını gözlüyorsunuz. Türkiye'nin kamu borcu gerçekten yüksek. Milli gelire oranla yüzde 70'ler düzeyinde. Bu oran ne kadar düşük olursa finansal kriz riski azalıyor. Bize benzer ülkelerde yüzde 30 oranı kabul edilebilir en üst düzey olarak nitelendiriliyor. Peki biz bu düzeye inebilir miyiz? Tabii ki inebiliriz. Zamana ve yapacağımız fedakârlıklara bağlı. İki seçenek var. Birincisi, borçlara ödenen reel faiz, büyüme hızı, faiz dışı fazla oranı ve borçların düzeyi arasında sağlıklı bir ilişki kurduğunuz takdirde bu gerçekleşebiliyor. Eğer reel faiz ve büyüme oranı arasındaki farkın, borcun milli gelire oranı ile çarpımından elde edilen oran, faiz dışı fazladan düşük ise borcunuz rakam olarak artsa da milli gelire oran olarak zaman içinde azalıyor. Örneğin, reel faiz yüzde 10, büyüme hızı yüzde 5, borç/milli gelir oranı yüzde 70 ve faiz dışı fazla yüzde 6.5 ise, borcunuz o yıl sonunda yüzde 3 azalır. Ancak, borç düzeyini yüzde 70'lerden yüzde 40'lara indirmek için bu trendi en az 10 yıl sürdürmeniz gerekir. Daha hızlı indirmek isterseniz, ya reel faizi düşürmeniz, ya büyümeyi arttırmanız, ya da faiz dışı fazlayı yükseltmeniz şarttır. Bu sonuca erişmek için ne derecede fedakârlık yapılması gereğini varın siz düşünün. İkinci yöntem, borcu ödememektir. "Kusura bakmayın, ödeyemiyorum" demeniz yeter. Bunun teknik adı moratoryumdur. Çok güç ve ağır sonuçları vardır. Hangi borcun dış, hangisinin ise iç borç olduğunu ayırt edemediğiniz bir ortamda bu işi yapmak teknik olarak da çok zordur. Buna uluslararası çevreler izin vermez. Sorumluluğu alacak politikacı bulmanız güçtür. Arjantin'den beter ederler. Kredibilite kavramını bir daha ağzınıza almazsınız. Bunun dışında, zorunlu ya da isteğe bağlı olarak borçların yeniden yapılandırılması, vadelerinin uzatılması veya şartlarının iyileştirilmesi borcun düzeyini değiştirmez. Kamu borçlarının milli gelire oranı aynı kalır, düşmez. Sadece ödemeleriniz geçici olarak rahatlar.
Akılcı yöntem Dolayısıyla, borç düzeyini düşürmek yerine sürdürülebilirliğini sağlamak çok daha akılcı bir davranıştır . Ancak, Türkiye için bu süre, aynı fedakarlık ve disiplin ile 10 ve hatta 20 yılı aşkın bir zamana ihtiyaç göstermektedir. Buna "popülizmin dayanılmaz cazibesini" inkâr etmeyen siyasileri de eklerseniz, işimizin ne derecede zor olduğunu bir kez daha anlarsınız. Bu süre içinde hassas dengelerin özenle korunmaya çalışılması da işin bir başka yönü. Sağlanan dengede bir sekme olursa, yeni dengenin nasıl bir ortamda oluşacağını ve bunun tahribatını şimdiden hesaplamak güç. Borçlar konusunda bu gerçekleri kabul ettiğimiz takdirde, bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu, borçların ödenmesinde bir yardımcı bulmaktır . Türkiye için bunun birincil seçeneği Avrupa Birliği'dir . Avrupa Birliği de bunu çok iyi bilmektedir.
|