kapat
18.03.2002
 GÜNAYDIN
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 SABAH
 FOTOMAÇ
 ŞAMDAN
 CİNSELLİK
 EMİNE BEDER
 SABAH PAZAR
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
"Akıl Oyunları" ve İstanbul'daki ben

Ünlü Nobel'li matematikçi John F. Nash'in hayatını anlatan "Akıl Oyunları" filmini New York City'de, Paris'te, Stockholm'de seyretmekle, İstanbul'da bir Türk olarak seyretmek arasında epeyce fark var bence...

Batı'da çıkan yorumlardan etkilenerek filmin tanıtımını yapan sinema yazarı ve eleştirmenler o noktayı gözden kaçırıyorlar.

İstanbul'da yaşayan, bu ülkede yüksek öğrenim görmüş, az çok okumuş yazmış bir sinema seyircisinin "Akıl Oyunları"nda görüp etkileneceği şeyler bir Amerikalı'yla aynı değil.

Şöyle bir düşünün...

Biz, değil "heyet raporları"yla belirlenmiş paranoid şizofren teşhisini, eşin dostun "Bu adamdan hoca olur mu ya, şizofrenin teki" demesini bile bir akademisyenin ipini çekmek için yeterli buluruz.

Oysa Nash, zaman zaman paranoyalarına teslim olmasına karşın zihinsel yetenekleri akademik dünyada el üstünde tutulan biri oldu hep...

Bir insanın yeteneklerine duyulan güveni, bir filmde de olsa, izlemek insanı başka türlü etkiliyor.

Yaratıcılığa sürekli açık kapı bırakılmasına gelince, çok yabancısı olduğumuz bir kültür. Hele ülkenizde Soğuk Savaş sonucu "komünistler gelecek korkusu" her yanı saracak ve akademik ferahlık yine de varlığını sürdürecek, olacak şey mi!.. Böylesi bir bilimsel özgüveni ve kurumlaşmış değerbilirliği bir filmde seyretmek neredeyse "bilim-kurgu" izlemek gibiydi bizim gibiler için...

Nash'in arkadaşları hakkındaki fikirlerini patavatsızca söylemesinin onlarla dostluğunu bozmayışını seyretmek de etkileyiciydi... (Çünkü bizde akademisyen akademisyenin kurdudur!)

Bilimden uzaklaşa uzaklaşa, üniversiteleri "iyi hocaların ders verdiği liselere" çevirmiş bir ülkenin sinema seyircisi olarak, "çok berbat bir hocasın ama, yine de gir şu derse de, yüksek lisans öğrencilerine matematiğin sınırsız dünyasını göster" diyen çalışma arkadaşlarının var olduğuna inanamayız biz. Böylesi insanların varlığını (filmde olsun) seyretmek insani bakımdan iç açıcıydı doğrusu!

(Biraz "hırtlık", biraz da "Türklük" yapıp; "tabii Nash'e iyi davrandılar; hastalığına rağmen Princeton Üniversitesi'nde çalışmasına izin verdiler; çünkü adam zararsız, kendi halinde biri; yani kariyer çatışmalarında kimseyi korkutacak bir özelliğe sahip değil!" demeye sıvanmayacağım, haberiniz olsun!)

***
Bir de Russel Crowe'u alkışladığımı belirtmek istiyorum.

Aslında bir türlü içimin ısınamadığı bir oyuncudur Crowe.

Ancak kolaylıkla "Rain Man"in teatral Dustin Hoffman'ı gibi olabilecekken, kendini tutması ve rolüne alabildiğine insani bir sıcaklık katması çok güzel. Crowe'un belli ki en az kasları kadar gelişmiş bir oyunculuk bilinci var.

Nash'in müthiş sözü
John F. Nash'in Nobel jürisine sunduğu otobiyografinin bazı satırları beni çok sarsmıştır. (Filmde yok! Bu gerçek hayattan...)

İşte o satırlardan bir bölümü.

"1960'ların sonlarına doğru, davranışları zararsız fakat düşünceleri tümüyle hezeyanlardan etkilenen biriydim artık. Hastaneye yatmayı ve psikiyatriste görünmeyi reddediyordum.

Bütün bunlar geldi geçti.

Şimdi bilimadamlarının karakteristik tarzında rasyonel olarak düşünebiliyorum. Ancak bu durum insanda fiziksel sağlığı bozuk birinin iyileşmesine benzer bir sevinç kaynağı oluşturamıyor. Çünkü rasyonel düşünce kişinin evrenle ilişkilerini sınırlandırıyor."

Son cümle üzerinde uzun uzun durup, düşünelim mi?



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır