kapat
18.03.2002
 GÜNAYDIN
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 SABAH
 FOTOMAÇ
 ŞAMDAN
 CİNSELLİK
 EMİNE BEDER
 SABAH PAZAR
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Bahar gelmiş galiba...

Dün aldım başımı, Erenköy'e gittim. Köşkler henüz kış uykularından uyanmamışlar... Bahçelerde henüz bahçıvan eli görmemiş bir yeşillik çılgınlığı... Çimenler, kır çiçekleri, ağaçlar ve mor salkımlar; öğretmeni gelmemiş okul çocuklarının içten kaynayan tabii neşesi, rahatlığı ve uzanışı içinde... Dallar alabildiğine uzanmış, otlar alabildiğine büyümüş, çiçekler birbirleriyle sarmaş dolaş... Hele bir mayıs olsun, hepsini makaslar yola getirecek...

Doğduğum eve uğradım. Koskoca bağda üç beş kütük, eski bir medeniyetten artakalmış bahtsız iskeletler gibi:

- Vaktiyle burası bağdı, diyorlar.

Bostan kuyusunun dolabı çoktan yıkılıp kümeslerin dibindeki ahıra taşınmış.

Büyük havuz çöplük bile değil artık. Çöpte ne de olsa bir hayat işareti vardır. Burada kimse yaşamıyor ki... En acıdığım, o canım ıhlamur oldu. Küçükken altında oynardım. Ve babam gölgesinde nargile içerdi. Ta dibinden kesmişler ıhlamuru... Çamlar hâlâ dayanıyorlar... Biraz yalnız, biraz anlaşılmayan, fakat gene de vakarla her türlü yıkıcılığa karşı koyan bir taraftarı var.

Dutlar yeni canlanan yapraklarıyla birbirlerine sokulmuşlar, geçmişten avuçlarında kalan kırık dökük hatıraların dedikodusunu yapıyor olmalılar.

Doğduğum odanın üzerinden birkaç karga uçtu.

İncirler, çok yıl yaşamış da, hayattan hiçbir şey almamış; irikıyım vücutlu, geniş enseli, lafı bol, ruhu kısır, seksen yaşında güm güm yürüyen, dinç ihtiyarlar gibi...

Eskiden burası böyle miydi? Akşamları sulanan çiçeklerin kokusu ve serinliği kaplardı etrafı... Ortadaki göbekte yıldızlar; zorla tutturuldukları kazıklarda, mecburi bir izdivacın nazlı hüznünü, sarı sarı karanfillerin üzerlerine dökerler ve karanfiller; hercailerle arslanağızlarını gıptayla göstererek:

- Ne yapalım, kader bu, bizler bağlanmışız bir kere, diye iç çekerlerdi.

Uzaktan yoğurtçu sesleri aksederdi. Kapının önündeki merdivenli alçak balkonda sofra hazırlanır, mutfaktan kızartılan kalkan balığının kokuları gelirdi. Ve yanıp sönerek ateşböcekleri uçuşurdu bahçede...

Bugün ne diye geldim buraya? Hiç, aklıma esti, geldim işte... Bazen bir yazarın bu memlekette lüzumsuz olduğunu düşünüyorum. Neyi, niçin yazacaksın?

Beynini kazıyıp, gönlünün acı ateşinde göz nuruyla karıştırarak pişirmeye çalıştığın her şeye; gözü fersiz, gönlü boş ve beynini unutmuş kişiler; mutlaka seni kıracak bir anlayışsızlığın, tükürüğünü atacaklar.

Eskimiş, kaplamaları kalkmış köşke baktım: - Bu köşkten, bu bahçeden koptuktan sonra geçirdiklerim; hepsi hepsi her gün şurada iki satır yazı yazmak için miydi, dedim.

Bağda yavrusuyla dolaşan keçi:

- Me, dedi.

- Değer miydi, dedim, keçi cevap vermedi...

Not: 19 yıl önce yazılmış bir yazı "Hürriyet"den...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır