kapat
16.03.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 SABAH
 FOTOMAÇ
 ŞAMDAN
 CİNSELLİK
 EMİNE BEDER
 SABAH PAZAR
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Dostlarım bana Gülse der!

GAG programının montajı yapılıyor. Bir telefon: "Gülse Hanım, programda ekrana isminizi yazacağız. Hangi soyadını kullanıyorsunuz?" Eyvaaah! O kadar bela bir iş ki. Bu yüzden neler geldi başıma.

Evlendiğimde, Şener olan soyadımı, dergideki editör yazılarımda Birsel diye değiştirince, "Sex and the City" kızları sinirlendi. Selahattin Duman da "Şu bizim Gülse Şener koskoca dergi editörü ama, feministlere inat, kocasının soyadını aldı. Bravo, kadın dediğin böyle olur" gibi bir yazı yazıp beni iyice bitirdi!

Gülse Şener kalsa ayıp. "Ben senin soyadını almam, arkadaş" gibi kompleksli bir tavır.

Gülse Şener Birsel ise asla olmaz! İki soyadı, en sinir olduğum şey. "Ben evliyim ama ezdirmem kendimi" veya "Ben evlenmeden önce öyle önemli bir insan, öyle bir şöhrettim ki, geniş çevrem ve hayranlarım anlasın diye eski soyadımı da tutuyorum" tavrı...

İsmin bir marka haline gelmiş olsa neyse.

Üniversiteden mezun olduk, bir sınıf arkadaşımız hemen evleniverdi. Bir baktık çift soyadı kullanıyor. Hayatında hiç çalışmamış. Ünlü olmayı bırakın, sınıfta bile pek tanıyan yoktu!

İki soyadı da "er"le bitiyor mu sana!

Bu çift soyadı işi, resmi belgelerde kolaylık sağlaması dışında, tektaş yüzük, büyük düğün gibi statü ve hava atma vesilesi olmuş bence. "Ben şehirli, modern ve şık bir kadınım" demenin bir yolu. "Herkes öyle yapıyor, benim neyim eksik" diye düşünen, Meksika dizilerindeki gibi uzun isimlerle dolaşıyor. Mesela Ayşe Gülay, gibi ilk ismi de ikili olanların durumu daha da vahim.

Godard'ın "Weekend" filminde, üst sınıf bir burjuva çiftin arabasına bir hippi atlar ve kafalarına silah dayayıp çifti sorgulamaya başlar. Kadına sorar:

"Senin adın ne?"

Kadın ismini ve soyadını söyler. Hippi kızar:

"O senin kocanın ismi, senin adın ne?"

Kadın bu defa ilk isminin sonuna kızlık soyadını takar. Hippi yine mutlu olmaz:

"Bu da babanın adı, senin kendi ismin yok mu?!"

Zaman zaman misojen olmakla eleştirilen Jean-Luc Godard, sistemin temelini özetleyen gayet feminist bir mesaj vermektedir.

Şener, Birsel, ya da Şener Birsel... Dostlarım bana Gülse der!

Dünya Kadınlar Günü'nü idrak ettiğimiz şu günlerde, erkeklerle aynı işi yapan kadınların daha az para alması konusunda, bu kadar yaygara yapmayan, ve şu soyadı işini her kadın için probleme dönüştüren bazı feminist arkadaşlara sevgilerimle...

Peruk takan kadın!
Tarlabaşı'nda bir perukçu dükkanı! Kleopatra modelleri, kühküllü, uzun saçlar, kısa katlı modeller, sarışın, kumral, kızıl, abanoz siyahı, bir sürü saç.

Oturmuş, bir kıyafet balosuna katılmak için peruk deniyorum!

Dükkanda perukçularla ilgili haber yapan bir televizyon muhabiri genç kadın ve bir adet de "mavi hüviyetli hanımefendi" var.

Zannediyorum o devamlı müşteri.

1.90 boyu, boru gibi sesiyle, "Şunu da denicaaam, daha frapan" derken mütemadiyen sigara içiyor. Üçümüzü de, farklı amaçlarla dükkana peruk bakmaya gelmiş, bu üç insanı da, aynalı birer kuaför masasına oturtmuşlar. Aynalardan birbirimize bakıp, arada gülücükler saçıyoruz. Özellikle televizyon muhabiri ve ben çok eğleniyoruz. Üçüncü arkadaşımız, arada ona kikirdendiğinin farkına varıyor, ama durumdan ve ilgiden memnun, "Ay kızlar da bana bakıyor, utanırım valla" gibi espriler yapıyor.

Bu neşeli havanın ortasında, dükkana dördüncü bir müşteri geldi.

Orta yaşlı, küt kesimli, koyu kumral saçlı bir hanım. Ve saçı zannettiğimiz peruğunu çıkardı. Kendi saçları kemoterapiden dökülmüştü. Gerçek saçlardan yapılmış perukları deneyip, fiyat sormaya başladı.

Bammm!

Sus pus olduk.

Ne benim partiye gidesim kaldı, ne muhabirin haber yapası...

1.90'lık arkadaşımız, çaktırmadan tahtalara vurup "Evlerden ırak, ayyy" deyip duruyor.

Kutluğ Ataman'ın "Peruk Takan Kadınlar" video enstalasyonunun davetiyesini gördüğümde o gün geldi aklıma.

Video, yeni resim sanatı diyenler var, biliyorsunuz. Ucuz ve kolay kullanılan bir malzeme olduğu için sanatçılara geniş imkanlar tanıyan bir araç, video. Sinemada, insan gözü daha fazlasını algılayabildiği halde, saniyede 24 kare görürsünüz. Sinemanın büyülü görüntüsü biraz da bu yüzdendir.

Video kareleri ise gözün algılayışına daha uygun, daha yüksek bir hızla geçer. Videoya çekilmiş hikayeler, gerçek hayatın kopyasıdır, görünüş itibariyle. Şiirsellik yoktur. Daha hakikidir. Daha yalın, daha çıplaktır.

Ataman'ın video enstalasyonunda farklı sebeplerden peruk takan 4 kadınla yapılan röportajlar yer alıyor.

Biri, 1.90'lık arkadaşımızla aynı profesyonel sebebi paylaşıyor! Biriyse, ki o gazeteci Nevval Sevindi, dükkana en son giren, ve hepimizi düşündüren orta yaşlı hanımla aynı kaderi paylaştığı için takıyor peruğunu.

Bu dört kadın, hikayelerini anlatıyorlar.

Görmenizi tavsiye ederim. 28 Mart'a kadar İstanbul Güncel Sanat Müzesi'nde. (Tel: 0212 / 281 51 50)

Göremediyseniz, üzülmeyin, hayatta sizden daha şanssız insanlar olduğunu unutmayın, ve röportajların yer aldığı, enstalasyonun yazılı hali denebilecek Metis yayınlarından çıkan, "Peruk Takan Kadınlar" kitabını alıp okuyun...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır