kapat

04.04.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Bu konu açıklığa kavuşmalı..

"Ne kadar popülist bir politika izliyorsunuz" diye damga basmış, okuyucu Çağlar..

Ola ki YÖK Başkanı Kemal Gürüz kardeşim de ayni fikirdedir, ondan ses çıkarmaz..

Şimdi Orta Öğretimin uygar ülkelerde "Üniversiteye hazırlayan ve mesleğe hazırlayan" olarak ikiye ayrıldığı doğrudur.

Meslek okullarını seçenlerin üniversite hakları yoktur.

Liseyi seçenlerin ise üniversiteye girememeleri söz konusu değildir.

Ben orta öğretim çağında iken bizde de böyleydi..

Bir liseler vardı.. Bir de sanat okulları..

Adları farklıydı en başta..

Lise ve sanat okulu..

Lise de iki türlü biterdi. Sınava girer mezun olurdun. Öyle kalırdın. Eğer niyetin üniversite ise, bir sınav daha beklerdi seni.. Bakalorya.. İşte bu katmerli lise mezunları üniversiteli olabilirdi ancak..

Biz liseye geçerken, bakalorya kaldırıldı. Üniversitelere sınavlar kondu..

İTÜ sınav yapardı.. Bizim Siyasal Bilgiler sınav yapardı. Bir ikisi daha sınav yapardı, gerisi lise bitirme derecesine göre kayıt yaptırırlardı.

Sanat okullarında okuyanlar ise, orta öğretimi bitirince mesleğe atılır, ya da kendi branşlarının iki senelik yüksek okullarına girerlerdi. Herşey süt limandı yani..

Sonra bir eğitim reformu (!) yapıldı.. Sanat okulları ad değiştirdi ve Meslek Liseleri adını aldılar.. Meslek Lisesi mezunlarına üniversite hakkı tanındı.

Sonra bir bakıldı ki, İmam Hatip Liseliler bütün üniversiteleri doldurmaya başlamış.. Bundan rahatsızlık duyuldu ve bu yolu kapamak üzere yeni bir karar alındı.

Meslek liselerinden mezun olanların Üniversite giriş sınav notları 0.2 ile çarpılacaktı. Lise mezunlarınınkiler ise 0.5'le!.. Böylece meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girişleri fiilen önlendi.

Bu karar ne zaman alındı?..

Çocuklar "Meslek Lisesi mezunları da üniversiteye girerler" diye bilerek okul seçmiş ve okumaya başlamışken..

Yani iş işten geçmişken, kazanılmış haklar, geçmişe işleyen bir kararla geri alındı.

Böyle adalet, böyle hukuk olur mu?..

Dahası.. Burada da, adeta "Gücü gücü yetene" ayrımı yapıldı. İmam Hatip Mezunu, kendi devamı sayılan İlahiyat Fakültesine gidecekse, sınav notu liseliler gibi 0.5 ile çarpıldı. Oysa İletişim Lisesi öğrencisine, İletişim Fakültesi için ayni hak tanınmadı?.. Neden?..

Böyle eşitlik, böyle adalet, böyle hukuk olur mu?.

Meslek Okulunu, meslek lisesi yapıp, lise mezunu haklarını vereceksin. Sonra çocuklar daha okurken karar değiştirip "Bir kısmınız girebilir, bir kısmınız giremez" kararı alacaksın..

Şimdi söyle bakalım, Çağlar kardeşim, popülistlik mi yapıyoruz, yoksa, hakkın, hukukun, adaletin ve eşitliğin peşinde mi koşuyoruz?..

YÖK Başkanı Kemal Gürüz'den bir açıklama alacağım ümidini hala korumak istiyorum?..

Bir Tavsiye

Bu gösteri kaçmaz!..
Spirit of the Dance'den söz ediyorum.. Bakın böylesine dünya çapında gösteriler, Türkiye'ye her saat başı uğramaz.. Yurt dışında da yakalayıp izleme şansınız azdır..

Bu şovların anası River Dance'i izlemek üzere 1999'da Londra'da gittiğim tiyatronun kapısında kocaman harflerle "2001 yılına kadar son şans" diye yazıyordu. Çünkü River Dance 2 yıllık bir dünya turnesine çıkıyordu.

River Dance, İrlanda folklöründen doğdu.. Bir bilgisayar düzenindeki eş zamanlı figürleri ile dans eden onlarca genç izleyenleri büyülediler..

Gurubun starı Michael Flaherty, ayrılıp kendi gurubu Lord of The Dance'i kurdu.. Michael'in müthiş karizması bu gurubu da kısa zamanda üne kavuşturdu. Onlar da, hemen dünya turneleri bağladılar.. Taleplere bu iki gurup yetmeyince, üçüncüsü, Spirit of the Dance doğdu..

Bu üçünü de izledim.. Bir mukayese yapmak gerekirse..

River Dance, en klasik, en otantikleri.. Harikaydı ama, zaman zaman monotonlaşma tehlikesi yaşadı.. Mini etekli kızlara hiç dayanamayan Ertekin'in, yanımda horul horul uyumağa başladığını söylersem, ne demek istediğimi belki anlarsınız.

Lord of the Dance'te Michael Flaherty'nin akıllara durgunluk veren bir performansı vardı. Star, gurubunu gölgeledi.

Spirit of the Dance'de böyle sıyrılan bir star yok.. Ama dansları renklendirmişler. İspanyol dansları, sambalar, rocklar eklemişler. Bir de seyirciyi gerçekten coşturan harika bir kemancı kız bulmuşlar..

Kız güzel.. Kız dişi.. Kız kemanı müthiş bir tempo ile çalıyor.. Daha ne istersiniz?..

Danslar fevkalade.. Etrafıma baktım devamlı.. İnsanlar nefeslerini kesip izlediler.. Her dansın sonunda çılgın gibi alkışladılar.. Finalde ise, alkışlarını on dakika kesmeyip, gurubu üç kez bise çağırdılar.

Şov sona erdikten 3 dakika sonra, çadır boşaldı. Mydonosecular açılıştaki yanlışı fevkalade düzeltmişler.. Kalabalığın arasına karışıp çıktım dışarı.. Herkes fıkır fıkır belli.. Oraya bir orkestra koysanız, sabaha kadar dans edecekler..

Spirit of the Dance, yani Dansın Ruhu hepsinin içine girmiş sanki..

Unutulmaz şovun amacına ulaştığını gösteren bir sahne bu..

Bu şovu seyretmediğinize pişman olmak istemiyorsanız, önünüzde birkaç sayılı gün var!..

Pazar Neşesi..
Efendim Pazar Neşemiz, Los Angeles'tan, Kazım'dan..

(Ne pazarı, şaşırdın mı demeyin.. Okuyunca anlayacaksınız ki, bu fıkra pazarı beklemez..)

Papa ve İngiltere Kraliçesi, müthiş bir kalabalığın önündeymişler.

"Papa hazretleri" demiş, Kraliçe.. "Bir el hareketimle, bütün İngilizleri coşturabilirim.."

Papa inanmamış. Kraliçe elini kaldırıp kalabalığa doğru bir sallamış, bütün İngilizler coşku çığlıkları atmaya başlamışlar.. Alkışlar dinerken, Papa "Majesteleri" demiş, "Ben de bir el hareketimle, bütün İskoçları ve İrlandalıları zevkten çıldırtabilirim.."

"Bakın bunu görmem lazım işte" demiş, Kraliçe..

Papa elini kaldırmış ve kraliçenin suratına indirmiş..

(Ben böyle fıkraları genelde uyarlarım. Bu defa uyarlamayı size bıraktım..)

Güzellerimiz!..
Türkiye Güzellerimizi cuma gecesi seçtik.. Lütfi Kırdar'daki organizasyon başından sonuna pırıl pırıl işledi. Borsa'nın ikramı güzeldi. Davetiye enflasyonu yaşanmadığı için, yerleşimde de sorun çıkmadı..

Perde açıldığında önce Eren Talu'nun fevkalade minimalist dekorlarını gördük. Ben böylesine dekorlara oldum olası bayılırım. Ama Eren biraz abartmış..

Güzel dedin mi, manken dedin mi, hele kraliçe dedin mi, simge merdivendir. Hiç değilse arkaya iki basamak koyabilirdi, stilize..

Tahtı ise hiç beğenmedim.. Taht ile bahçe sandalyesi arasında bir fark olmalı değil mi?..

Bu arada en sevgili dostlarımdan eşi Defne bana fena halde küsmüş onu anladım.. Nasıl soğuk bir selamla yan çizdi.. Eleştirmenin kaderi.. İnandığını yazdın mı, dostlarını kaybediyorsun!..

Staras'ın ışık ve ses düzeni harikaydı.

Esin Maraşlıoğlu'nun giysileri ve mayolarına bayıldım. Tek falso M.Ali Erbil'in pijaması idi. Ben onun yerinde olsam giymeyi reddederdim.

M.Ali durgundu.. "Hıncal Ağbi bir kere de lehime yaz" temennisinde bulundu, tersinden..

Şimdi bakın, bu müthiş masraflı organizasyon ancak reklamlarla karşılanır..

Reklam aralarında salondan ıslıklar, protesto alkışları yükseldi.

Düşünün, sahnede bu ülkenin bir numaralı şovmeni var ve seyirci sıkıntıdan patlıyor?..

Bu ne demektir?..

Berna Laçin de ona uydu.. Çocuktan Al Haberi'nin o doyulmaz sunucusu, yerini "Görev yapan" bir kart okuyucuya bırakmıştı.

Sait Sökmen hocanın dansları ve yürüyüşleri eşliğinde izlediğimiz kızların hepsi, Adil Gümüşoğlu'nun katalog fotoğraflarından çok daha güzel ve şekerdi. Önüne gelen sponsorun katılımı ile 18 kişiye yükselen jüri bu yüzden zorlandı..

11 numaralı Sevgi Kartoğlu, rahatça taç giyebilecekken ilk ona bile kalamadı.

17 numaralı Sadiye Erik ise, pek çok seyirci gibi benim de tek kalem favorimdi.. Taç bile giyemedi. Sadiye müthiş bir şey.. Çok geçmez bu ismi bütün Türkiye tanıyacak ve izleyecek göreceksiniz.. Mesleği hanesinde "Manken" yazıyordu ama, ne yürümeyi biliyordu, ne de durmayı.. Belki de ondan kaybetti.. Ajansı bu kıza hiçbirşey öğretmemiş mi?. Gene de jüri, bu nadide mücevheri keşfetmeliydi.

Bu tür yarışmalarda, playback şarkıcılar soğuk duş havası yaratıyor. Nino da Patricia Kaas da, zerre ilgi uyandırmadı. Jüri kararlarını bekleme boşluklarını daha akıllıca doldurma zamanı geldi herhalde..

TEBESSÜM
Fıkra Mustafa Bulut'tan.

Irgat rüyayı anlatmak için ağasına koşar.

-Ağam, bugün rüyamda ikimizi gördüm.

-Anlat bakalım.. -Uçaktaymışız.. Arıza yapıyor, ikimiz de düşüyoruz. Aşağıda iki çukur var, biri lağım diğeri bal

çukuru. Ben lağıma düşüyorum, sen bal çukuruna ..-Eee olacak o kadar, der

, ağa kasılarak.. Eeee. Sonra.. -Sonra birbirimizi yalayarak temizlendik.

BİZİM DUVAR
' Malzemeden çalan müteahhitler şiir yazıyor, mafya babaları değme edebiyatçılara taş çıkartacak tehdit

nameleri döktürüyor. Yakında hakiki edebiyatçılar da eroin kaçırmaya,

çek-senet tahsilatçılığına başlarsa

kimse şaşırmasın!'

Hakan & Utku

SEVDİĞİM LAFLAR
'Kızmak, kendini başkalarının hatalarından dolayı cezalandırmaktır.'

Çiçero

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır