kapat

07.12.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
Sabah İnternet
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Af mutlak çıkarılmalı..

75 yılda 45 af çıkararak, yani suçluları ortalama 1.5 yılda bir affederek "infaz" kurumunu dejenere eden ülkemizde yeni bir affa karşı çıkanlardandım..

O zaman Adalet Bakanlığı'nın iç yüzünü iyi bilen bir dost beni aramış ve "Sakın karşı çıkma" demişti..

Gerekçesi dehşet verici idi..

Devlet cezaevlerine giremiyor, denetleyemiyordu. Cezaevlerinin hemen tamamı mahkum ve tutukluların kontrolündeydi. Bu kontrolün devlete geçmesi de, mahkumlar içerde olduğu sürece mümkün değildi.

Devlet, açıklayamıyordu ama, aslında cezaevlerini boşaltmayı bir fırsat olarak düşünüyordu.. İçerisi boşaltılırsa, sıfırdan başlayacak bir düzenleme ile otoritenin yeniden sağlanabileceği hesaplanıyordu.

Cezaevlerini yakından bilen uzman ve danışmanlar da, şiddetle bunu tavsiye ediyorlardı..

Bugün cezaevlerinin içinde devlet yoktu. Cezaevleri boşaltılmazsa, olmasına da imkan yoktu.. Mahkum ve tutuklular, devleti parmaklarında oynatacak kadar duruma hakimdiler.

Yani..

İşin özeti..

Cezaevlerinde reform yapılabilmesi, devletin bu kuruma yeniden egemen olması ancak içerinin boşaltılması ile mümkündü.

Bunun için de affın çıkması şarttı.

Pazar günü Metris'te yaşanan olaylardan sonra, bugün ben de aynı noktadayım..

Cezaevleri boşaltılmalı ve tepeden tırnağa, A'dan Z'ye elden geçirilmelidir.

Kurulacak yeni düzende, artık mahkum ve tutukluların devlet içinde devlet olmaları önlenmelidir.

Bugün bir cezaevini denetlemeye, bir tutukluyu mahkemeye getirmeye bir bölük asker yetmiyorsa, denetleme görevi yapmaya giden askerlerin dörtte biri kumandanları dahil yaralı kurtuluyor, 150 asker rehin kalıyor, devlet ancak ödün vererek, koşulları kabul ederek, askerlerini kurtarabiliyor ve düzeni(!) sağlayabiliyorsa, işin cılkının ne kadar çıktığı açıktır.

Cezaevleri, hemen her gün gazetelere ve televizyonlara yansıyan haberlerle, devletin aczinin kanıtı olmaktadır. Basiretsiz yöneticiler tarafından en aptalca yöntemlerle ileri sürülen jandarmanın düşürüldüğü durum, bu ülkenin güvenilirlik sıralamasında birinci gelen ordusunu da rencide eder.

Cezaevlerindeki tüm kontrolü mahkum ve tutuklulara kaptıran devlet, cezaevlerini cezaevi olmaktan çıkarmış, buralarda infazın anlamı kalmamıştır.

Cezaevlerinde, ne Adalet, ne de İçişleri Bakanlığının hükmü vardır. Buralar bir silah, bir uyuştucu deposu halindedir. Hemen her koğuştaki sayısız cep telefonu ile, dışarısı da içerden yönetilebilmektedir. Aciz devlet arama yapmak için dahi içeri girememektedir.

Buradaki gerçek mahkumlar, devleti temsil eden Cezaevi müdürleri, yöneticileri ve gardiyanlarıdır. Bunlar devletin değil, mahkumlarım emirlerini yerine getirerek yaşamlarını sağlayabilmekte, ailelerini koruyabilmektedir. Durum o kadar vahimdir.

Af bir an önce çıkarılmalı, boşaltılan cezaevlerine devletin bir daha çıkmamak üzere yerleşmesi sağlanmalıdır.

Yoksa bu ayıplar, her gün devam edecektir.

Akılcı ve mantıklı olma zamanı.. Açıklanan gerekçe ne olursa olsun af, devletin cezaevlerindeki aczinin sona ermesi ve otoritenin yeniden sağlanması için tek gerçek fırsattır.

Ne yazık ki, tek şansımız bu fırsatı kullanmak.. Çünkü başka çare yok..

Ben artık aftan yanayım.. En kısa zamanda.. Hatta yılbaşından önce..

Hiç değilse, kader kurbanları 2 binli yıllara ailelerinin yanında girerler.

Tansu Çiller'in değişimi..

"Gregor Samsa bir sabah uyanınca kendini yatağında bir böcek olarak buldu" cümlesi ile başlar, Kafka'nın Metamorfoz, ya da Değişim adlı kitabı..

Nerden aklıma geldi diyeceksiniz..

Tansu Çiller de bir gecede hidayete ermiş, değişmeğe karar vermiş..

Geçen pazar sabahı gazeteden arayıp "Tansu Çiller sizi aradı" dediklerinde güldüm, geçtim.. "Birinin tatil sabahı canı eğlenmek istedi herhalde" diye..

Meğer doğruymuş..

Perşembe günü Bekir Coşkun'da okudum ki, meğer hemen tüm köşe yazarlarını aramış.. Değişmiş.. Demokrasi atılımı yapacakmış.. Barış süreci başlatıyormuş.. Beyaz sayfa açıyormuş..

Ben de merak ediyordum, ceride-i paçavra-i Çiller niye bana son günlerde sövmüyor, diye.. Bir yandan sövüp bir yandan "barış" telefonu etmek olur mu?.. Özer Çiller'in genel koordinatörlüğünde Tansu hanımı mutlu etmek için çıkan, bu sebeble her gün ortalama üç köşe yazısında bana söven bu paçavranın kalitesini ve sövgü düzeyini anlatmak için gene benim için yazdıkları satırlardan örnek vereyim..

"İstanbul Sosyetesinin Umum Kadın İşleri Koordinatörü Bunak Bar Kuşu, dün yine öttü..

"Homeseksüel arzuları bu aralar çok sık depreşmeye başlayan bu Bunak'a benden bir tavsiye..

"Senin gibi İstanbul sosyetesinin kadın ihtiyacını karşılarken yazı yazan bir soytarı..

"O tatmin ettirmekten çok zevk aldığın yerlerin yiyorsa..

"Sayın Kadın Tüccarı-pardon sayın kelimesi sizin sıfatınızın yanına hiç yakışmadı ama neyse, biz nezaketimizi bozmayalım..

"O bir zamanlar ağına düşürerek zengin godoşların yatak odalarını şenlettirdiğin hanımın sağda solda anlattıklarını yaz.."

Şimdi Machiavelli'nin bir lafını yazmıştım, bu Tansu Çiller'e endeksli paçavrayı anlatırken..

"Kişinin düzeyini, yanındakilerin kalitesi belirler" demişti de..

Bu ceride-i paçavra, Tansu Çiller'i mutlu etmek ve onun fikirlerini yaymak için kocasının nezaretinde çıkarılır.. Hatta bazı yazıları bizzat Özer yazar, bunlar imza atarlar.

İşte Tansu Çiller düzeyi, işte onun fikirleri..

Her sabah kocasının emri ile Hıncal Uluç'a işte bu üslupta sövülmesinden mutlu olan Tansu Hanım, birden Metamorfoz kararı almış..

Yerseniz..

Çiller'i mutlu etmek için bana saldıranlar, dişlerini asla geçiremeyeceklerini anlayınca, ikinci bir cephe açmışlardı.

Tansu Çiller'in belki hayattaki en iyi arkadaşı olmaktan öte günahı olmayan kız kardeşim Serpil Gogen'e saldırdılar. Siyasete atıldığında kardeşimi tüm arkadaşlık hatrını kullanarak, yalvar yakar "danışman"ı yapan Çiller'in ceride-i paçavrası bana saldırmak için kız kardeşimi incitmeye kalktı. Onun hakkında iğrenç yalanlar yazdı. Bu yalanları en iyi bilen kişiydi Tansu Çiller.. Gıkı çıkmadı. Sonra Ahmet Taner Kışlalı'nın cenaze töreninde hiç utanmadan Serpil'in yanına geldi. Yanaklarından öptü. Sahte gözyaşları içinde "Ben senin kardeşinim, biliyorsun" deme cesaretini gösterdi..

Şimdi bunların hepsini bir günde unutacağım..

Vay Tansu Çiller beni aramış..

Sevineceğim..

Vay artık değişiyormuş..

İnanacağım..

Hadi canım sen de..

ooo

Ceride-i paçavra-i Çiller beni eleştiriyor.. Yazıhaneleri saldırıya uğramış da, onları savunmamışım.. Ne biçim demokratmışım ben..

Gazete olsalar savunurdum.. Ben fikir özgürlüğü savunucusuyum. Küfür özgürlüğü diye bir şey tanımam.. Ölçü ve kalitelerinin örneğini yukarda verdiğim iğrençlere, başka iğrençler saldırmışsa bana ne?..

Yesinler birbirlerini..

Benim üzüntüm, her şeye ve her şeye rağmen Ahmet Güner, Canan Barlas, Demir Feyizoğlu ve soyadına ve gençlik günlerine duyduğum saygıdan dolayı Ömer Livaneli'nin nasıl olup da, böyle pisliklerle yan yana yazı yazmayı kabullenişlerine..

Çağdaş Tekfurlar!..
Holly'nin beni azarlayışı hala kulaklarımda.. Varlığından bile haberdar olmadığım Tekfur sarayına beni o götürmüş, gezdirmiş, "Böyle bir hazineye sahipsiniz, farkında değilsiniz.. Şu perişanlığa bak.." demişti.

Yıllar sonra Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan ele almış Tekfur Sarayı'nı.. 1400 yıllık anıtı adam etmek, belediye bütçesini aştığı için bir de sponsor bulmuş.. Rahmi Koç..

Çalışmalar başlamış..

Tantan, Belediye Başkanlığından ayrılınca, Kültür Bakanlığı'nın bürokratları "Bize Tekfur Sarayı neyin gerekmez" demişler. Basmışlar mühürü, durdurmuşlar çalışmaları..

Nasıl, iftihar ediyorsunuz değil mi?..

Demokrasi Ödülü!..

Cumartesi günü öğleden sonra, Gazeteciler Cemiyeti'nde buruk bir ödül aldım.. Kuzenim Ahmet Taner Kışlalı adına..

Tan Gazetesi'nin hayatta kalan son ustası Vartan Üstadın elinden çıkmış bir ödül.

Sertel Vakfı, Tan Gazetesi'nin basılıp yakıldığı 4 Aralık 1945'in yıldönümlerini, bu ödüllerle anıyor. Ödül o yıl demokrasi için en iyi savaşı vermiş gazetecilere dağıtılıyor.

Seçilen iki gazeteciden biri Ahmet.. (Diğeri L. Doğan Tılıç)

Kendisi olsaydı, kendisi gelseydi, kendisi alsaydı, alabilseydi..

Aydın Engin konuşmasında "Çoğalıyoruz" dedi..

Keşke Aydın keşke..

Abdi Beyin yerine birini koyabildik mi?.. Ya Uğur'un.. Ahmet de gitti gider. Onun da yeri boş kalacak..

Bu anlamlı törende, topu topu 20 kişi vardı, izleyici olarak.. Nasıl çoğalıyorsak..

Özürler!..

Pazar günü köşemiz, artık alışmış olduğunuzu tahmin ettiğim bir kriz yaşadı..

Bu köşe biliyorsunuz, sayfanın reklamlardan geri kalan kısımlarından oluşur. Önceki hafta cumartesi günü hiç yayınlamamasının sebebi, reklam servisinin fevkalade başarılı çalışması sonucu, bana yer bırakmamayı becermesi olmuştu.

Köşe yazılarının yarısı güme gidince, bizim pazar günlerinin klasiği "Pazar Neşesi" de yok olmuş. Sayfayı düzenleyen arkadaş, Pazar Neşeleri'nin bambaşka bir anlayış içinde seçilip köşeye alındığına bakmadan rastgele bir günlük şakanın üzerine "Pazar Neşesi" yazmış.. Sanmış ki oldu..

Olmamış tabii..

Üstelik o aldığı şaka da, deyim yerinde ise "piç" edilmiş.. Çünkü şakanın girişi var. Vurucu cümlesi yok.. Yok edilmiş..

"Güzin Abla kocam beni eline geçirdiği her yerde beceriyor.."

Hepsi bu..

Peki bunun nesi şaka?..

Nerede güleceksiniz?..

Oysa benim fevkalade güldüğüm, çok ince bir şakaydı.

Çünkü şöyle bitiyordu:

"Yazımın bozukluğundan dolayı özür dilerim!.."

(Doğru söyleyin şakayı kaç saniyede anladınız?..)

TEBESSÜM
Uğur Abbasoğlu, teşekkürlerimle..

Genç bir sanatçı adayı kız, doktoruna telefon açıp aldığı randevuya gelemeyeceğini söyledi. Doktor sordu: "Neden çok mu hastasınız?"

-Yoo değilim. Yalnız bugün bir prodüktöre gidip bir rol istedim. Sonra terzime gittim. Daha sonra ev sahibiyle kira meselesini tartıştık.

Kısacası doktor bey, bir defa daha soyunacak halim kalmadı!

SEVDİĞİM LAFLAR
Zaman hiç değişmeyen temposuyla suskunlukları taşırken yalnızlığa, bilmeni istiyorum, yaşamla ölüm arasındaki tek fark sensin!..

Kenan Kalecikli (Teşekkürler Fisun)

BİZİM DUVAR
Clinton Amerika'da bir daha seçilemezse Türkiye'ye gelsin, Fazilet'e girsin. Amerikan vatandaşlarını Türk diye seçtirmekte ustalar ya..

Hakan & Utku

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır