İkinci Cumhuriyet kavramını ortaya atanların temel tezi; 1923'ten sonra devlete ağırlığını koyan "Jakoben" ya da "Kemalist" politikaların, bugüne dek yaşanan olumsuzlukların nedeni olduğuydu.
Karşı görüşü savunanlarsa; 1950'deki büyük kırılma noktasından sonra ülkeyi yöneten muhafazakâr ve liberal politikaların, cumhuriyeti yozlaştırdığını söylüyorlardı.
İkinci Cumhuriyet tartışması belli ki bu iki eksen üzerinde daha uzun süre tartışılmaya devam edecek..
Ancak, hemen belirtmek gerekir ki; tartışmanın birinci ekseninde yer alanlar dahi; Mustafa Kemal'le, "Kemalizm"i ya da "Jakobenizm"i ayırma hassasiyetini gösteriyorlar..
10 Kasım 1999 için kaleme alınan bu yazı ise; Mustafa Kemal'le; "1950 kırılma noktası"ndan sonra gelen anlayışlar arasındaki derin farklılığı ortaya koyacak..
50'lerde; "Küçük Amerika olacak ve her mahallede bir milyoner yaratacaktık.."
60'lar ve 70'lerde "trilyonları telaffuz etmeye çalışırken, 70 cent'e muhtaç olacaktık."
80'lerde "Benim memurum işini bilir" zihniyetiyle "köşeler" dönecektik..
"Yıldırım Ordusu Komutanlığı'na atanıp İstanbul'dan Halep'e hareket edeceğim günün gecesi idi. Falkenhayn karargâhında bulunan bir Türk kurmay subayı ile yanında bir genç Alman subayı, Akaretler'deki 76 numaralı evime geldi. Ufak ve zarif sandıklar içinde Falkenhayn tarafından bana bazı şeyler getirdiğini söyledi.
- Bunlar nedir? dedim.
Alman subayı dedi ki:
- İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, size Mareşal Falkenhayn tarafından bir miktar altın gönderilmiştir.
Kimseye hiçbir ihtiyacımdan bahsetmemiştim; fakat zannettim ki Mareşal bu parayı ordunun ihtiyacına sarfedilmek üzere göndermiştir. Onun için tercümanlık eden Türk subayına dedim ki:
- Bu sandıklar bana yanlış geldi. Ordunun Levazım Reisi'ne gönderilmek lazımdı; benim için fazla külfettir.
Subay sözlerimi Alman subayına nakletti.
Alman derhal:
- Efendim o da başka, dedi.
Bizim subaya;
- Paranın miktarını bu subaydan iyi tahkik et, huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza edeyim, dedim.
Subay emrimi yaptı, fakat Alman, imzalı senedi kabul etmek istemedi, tekrar:
- Bu subay bilmiyor, dedim, senedi alsın ve Mareşale versin ve siz de bu paraları alması için Levazım Reisi'ne haber gönderiniz.
Doğal olarak iş böyle bir cereyan takip etti.
Bu sandıklar ve içindekiler ordunun Levazım Reisliği'nde ve benim bunlara karşılık verdiğim senet de Falkenhayn'ın mahrem dosyasında birkaç ay birbirlerini bekler şekilde kaldılar. Yedinci Ordu Komutanlığı'ndan kendimi affettikten sonra, Komutanlığa vekil bıraktığım Ali Rıza Paşa'ya bu sandıkları teslim ettim ve kendisinden aldığım senedi o vakit yaverlerim bulunan Cevat Abbas ve Salih Bozok beylere vererek, kendilerine şu emri verdim:
- Hemen Falkenhayn'ın karargâhına gideceksiniz, bizzat kendisini görüp bu senedi vereceksiniz ve benim kendisinde bulunan senedimi alacaksınız.
Yaverlerim biraz sonra yanıma gelerek dediler ki:
- Mareşal Falkenhayn size böyle bir para vermiş olduğunu hatırlamıyor ve bu para için sizin imzanızı taşıyan hiçbir belgenin kendisinde mevcut olduğunu bilmiyor; dolayısıyla Ali Rıza Paşa imzalı senedi kabul etmiyor.
Tekrar yaverlerime dedim ki:
- Şimdi size çok ciddi emrediyorum. İkiniz tekrar Falkenhayn'ın odasına gireceksiniz ve diyeceksiniz ki verdiğiniz altınlar olduğu gibi saklıdır. Belgeyi kaybetmiş olabilirsiniz, o halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bize belge veriniz. Ve diyeceksiniz ki, bizi buraya gönderen Komutanın altın karşılığı memleket menfaatleri hakkında müsamaha gösterecek insanlardan olmadığını çoktan öğrenmeli idiniz. Paralarınız duruyor, fakat bu paralardan daha çok kıymetli "Mustafa Kemal" imzası sizde kalamaz. Ve müsbet netice almadıkça karşıma gelmeyeceksiniz.
Emir verdiğim arkadaşlar Grup Komutanı Falkenhayn'ı tanıyan adamlar değildi; fakat beni çok iyi tanıyorlardı. Onun için bir saat sonra Falkenhayn'ın elinden benim imzamı taşıyan kâğıt parçasını alıp dönmüşlerdir.
Kolayca tahmin etmek mümkündür ki Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarını böyle sandıklarla altın vererek iğfal etmek yolunda idi."