kapat

03.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
"İhtilaller... Darbeler..."
Cumhurbaşkanı Demirel, Meclis açılışındaki konuşmasını, devlet hizmetinde bulunduğu 50 yılın özeti olarak değerlendiriyor

CUMA AKŞAMI
Meclis kürsüsünden ayrıldıktan üç saat sonra... Cuma, 20.30'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile konuşuyoruz.

İlk soru:

- Efendim, yoruldunuz mu?

Baba:

- Hayır. Görevimi yaptım. Severek yaptım.

Demirel, devam ediyor:

- Atatürk hariç... İnönü hariç... Cumhurbaşkanı olarak hiç kimse, TBMM kürsüsünde benden fazla konuşmadı.

"Üslubundan... Havasından" anlıyoruz ki...

Baba için "Meclis kürsüsü" çok önemli... En önemli platform.

- Efendim, "konuşma üzerinde" ne kadar çalıştınız.

- Çok... Yalnız ben değil... Çok büyük bir grup çalıştı.

***

Baba:

- Konuşmam, devlet hizmetinde bulunduğum 50 yılın özetidir... Bunları parlamentoya ve halkıma söylemek zorundaydım.

Soru:

- Bu özet biraz da "Karşılaştığınız sorunların... Sıkıntıların" dökümü gibi.

Baba:

- Benim yaşadıklarım, devletin bünyesinden gelen sıkıntılardır.

Soru:

- Biraz açar mısınız?

Baba:

- İhtilaller... Darbeler... Şahsen benim sebep olduğum bir şey değil ki... Ben sebep olsaydım, bana bir şey yapılırdı.

***

"Geçmişte" de oldu.

Baba "bir şey" söyledi.

Söylenen söz değil, "söylenen kişi" tartışıldı.

Baba, Meclis'te, "üstü örtülü" bu konuya da girdi.

"Kişiye değil, içeriğe bakın" dedi.

Baba'ya "bu konuyu" açıyoruz.

"Tepkisi" şöyle:

- Konu tartışılmıyor... Konu bir kenara itilip, kişi tartışılıyor... Sonra da soruluyor: Şu iş neden aksıyor?.. Devlet nerede diye...

***

- 50 yıldır hizmettesiniz... Bunun 35 yılı siyasette geçti... Sorunu tek kelimeyle söyleyecek olsanız. Ne dersiniz?

- Yönetilebilirlik.

- Yani?

- Devlet zaman zaman niçin büyük sıkıntıların içine girdi? Meclis'te hepsini söyledim.

- Çare?

- Yapılması gerekenleri de söyledim.

Aydın "eleştirir."

Ve çoğu kez de "acımasızca eleştirir."

Baba da... Konuşması da eleştirilecektir.

Sahi...

Baba'nın "eleştirilere" bakışı nasıl?

Küsmek, mesafe koymak, incinmek var mı?

Baba:

- Eleştirin... Olayı söyleyin, kişiyi eleştirin. Ama genellemeyin. Genelleme, devleti zaafa uğratır.

***

Cuma günü Meclis'te "kimi dinledi, kimi dinlemedi."

Kimi "yoruldu, sıkıldı, salondan ayrıldı."

Kimi "konuşma bitene kadar" bekledi.

Baba ise...

Konuşmadan sonra...

Şöyle dedi:

- Okuyun, beni anlayacaksınız.

".... Gelin

Güvey Olamam."

- Efendim, dediniz ki... Cumhurbaşkanı olarak Meclis'te son konuşmam.

- Evet.

- Bunu neden vurgulama ihtiyacı duydunuz?

- Görevim 16 Mayıs'ta bitiyor... Gelecek 1 Ekim'de ben yokum.

- Ama... Göreve devamınız... Uzatma falan konuşuluyor.

- Benim işim değil.

- Efendim, nasıl sizin işiniz değil?

- Konu benim dışımda... Ben, kendi kendime gelin güvey olabilir miyim?.. Beni bir şey ilgilendiriyor.

- Nedir?

- Meclis'te söylediklerim... Son sözüm... Meclis konuşmam.

Kavgam var

* Oldu da ne oldu?.. 75 yılda ne yapıldı ki?.. Böyle konuşanlara sesleniyorum: Kendinize gelin beyler!

* Bunlar münkirlerdir... İnkarcılar.

* Osmanlı'dan bir Cumhuriyet çıktı... Az şey mi?

* Işıksız, yolsuz, fabrikasız Türkiye'den G-20'nin içine dahil edilebilecek bir Türkiye'ye gelindi... İnkar etme, bu az şey mi?

* Her şey tozpembe mi?.. Bunu söyleyen yok ki... Meclis kürsüsünde Türkiye'nin 41 meselesini saydım... İrtica, terör, mafya...

* Kavgam var... Kavgam, "Türkiye hasta adam" diyenlerle... Dört duvar arasındayken bile bunun kavgasını verdim... Hayır... Türkiye, hasta adam değil.

Tam teşekküllü hastane
Dün, Baba'nın TBMM konuşmasını "tek cümleyle" özetlemiştik...

Ve demiştik ki:

- Baba, tam teşekküllü hastane.

Cumartesi sabahı, Baba okudu.

Sonra da...

"Şunu" söyledi:

- Doğru... Tam teşekküllü hastane... Hatta, şeyi bile var.

- Neyi Sayın Cumhurbaşkanım?

- Eczanesi.

"Bağırma!.. Konuş!.."

CUMARTESİ SABAHI
Cumhurbaşkanı erken kalktı... Gazetelere baktı... Konuşması ile ilgili değerlendirmeleri okudu ve...

Cumartesi, sabah saat 10.30'da...

Konuştuk. Baba:

- Ben devlet anlayışımı ortaya koydum.

- Efendim, tepkilere ne diyorsunuz?

Baba:

- Türkiye'nin konuşulacak meseleleri var. Konuşulacaktır.

- Yeterince konuşuluyor mu?

- Konuşmanın tıkandığı yerde sıkıntı başlar. Çare bulamazsın... Konuşacaksın.

- Denildi ki... Baba, uzun konuştu.

Baba:

- Uzunluk, kısalık değil... Şu tartışılmalı... Doğru mu konuştu?.. Bu konuşma lazım mıydı?.. İçi dolu mu?.. Yoksa, laf salatası mı?.. Ben bir şeyi ısrarla istiyorum.

- Neyi?

Baba:

- Türkiye, meselelerini konuşmuyor... Sonra da... Bağırıyor... Bağırma, önce konuş... Benim ısrarla istediğim şu... Konuşun... Ve konuyu açıyorum... Haydi, bunu konuşun.

- Nereden başlayalım konuşmaya?

- Nereden isterseniz.

- Örneğin?

Baba:

- Türkiye'nin büyük meselesi... Önemli meselesi yargı... Sorgulayamayan... Ceza tatbik edemeyen Türkiye... Konuşun... Tartışın.

"Özetle" gözlemimiz:

Baba, ülkenin ana sorunlarının "sulandırılmasından..."

"Magazinleştirilmesinden..."

"Tartışılmamasından..."

Açık açık "rahatsızım" demiyor ama...

"Rahatsızlığını" hissettiriyor.

Eskiden "konuşan Türkiye" diyordu.

Şimdi "tartışan Türkiye" istiyor.


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır