kapat

21.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Kökten devletçilerin bağımsız Türkiye'si...

Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de "yönetenler" ile yönetilenler" var.

Ne var ki, "yönetenlerin" arabalarını, lojmanlarını, sosyal statülerini, her türlü ayrıcalığını "vergileriyle" ödeyen "yönetilenlerin", ortaya çıkan beceriksizliklerin "hesabını sormasını" önlemek için, "yönetenler" bu ayrımı gözlerden milliyetçilik afyonu ile saklamaya uğraşmışlar. Sürekli olarak "dünya bize düşman" anlayışını pompalamışlar.

Dünyaya karşı devletin itibarını koruyalım diyerek, eleştiri oklarından sıyrılmayı da başarmışlar.

Sıradan güçsüz bir vatandaş bile kendini "devletin sahibi" sanarak hakkını aramaktan vazgeçer olmuş. Devleti koruyacağım diye yönetenlerin hırsızlıklarını, beceriksizliklerini görmezden gelmiş.

Devletin bir hizmet örgütü olduğu unutulup, sadece kutsanması gereken bir "ulu varlık" olarak kabul edilmesi, yönetenlerin sorumluluğunda "kutsal devlet" anlayışının ardına saklanması hep yönetenleri korumak için.

ooo

Ciddi bir denetimin ve dört dörtlük demokrasi geleneğinin olmadığı bir ülkede, sadece egemen konumdaki "yönetenin" keyfiliğini sağlama alan "kutsal devlet", "egemenliği ve bağımsızlığı" ön plana çıkaran bir hamaset edebiyatına hız vermiş. Ama egemen ve bağımsız olanlar hep yönetenler olmuş. Halk ne egemenlikten ne de bağımsızlıktan payını alabilmiş. "Eğer hepimiz egemen ve bağımsızsak neden hep ben acı çekiyorum, neden hep ben fakirim, neden hep ben ölüyorum" diye soramamış. Sormak aklına gelmemiş.

"Yönetenleri", "yönetilenler" hiçbir zaman denetleyememişler.

Bu denetimsizliğin sonuçlarını da son deprem faciasında hep birlikte acı çekerek gördük ve görmeye devam ediyoruz.

ooo

Dünya televizyonları ve yayın organları Türkiye'deki yönetimi yerden yere vuruyor.

Hem her yandan insani yardım yağıyor ve enkaz altındaki çaresiz vatandaşlarımıza devletin uzatamadığı eli dünya uzatıyor, hem de aynı dünya evrensel bir akılla olup biteni anlamaya çalışıyor.

Anladığı şey, Türkye'de devlet etiketi altında yan gelip yatanların hiçbir işe yaramadığı.

ooo

Associated Press Haber Ajansı, aynı şiddetteki bir depremin ABD'nin deprem kuşağında bulunan San Fransisko'da pek bir şey yapamayacağını vurgularken, Türkiye'deki bir haber de Amerikalılar'ın bu tespitini köküne kadar doğruluyor.

Haberin ilgili bölümü şöyle:

"Bundan 40 yıl önce Karamürsel ve Yalova arasında kurulan NATO üssü için ikibinbeşyüz Amerikalı asker, buraya geldi. Askerlerin bir kısmı otokaravan tipi evlerde kalmak yerine Yalova'da ev yaptırma yolunu tercih ettiler. Bunun üzerine o dönemde harekete geçen müteahhitler, Amerikalılar için konut yapımına başladılar.

Ancak o dönemde Amerikan askerlerinin evlerde kullanılacak malzeme ve bina planına ilişkin projelerde büyük hassasiyet gösterdikleri ve deprem hattındaki Yalova'da istenilen standartlar sağlanmadan ev almayı reddettikleri öğrenildi."

Amerikalılar için yapılan evler deprem sonrasında da dimdik ayakta kalmış.

Halbuki, Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nın yeni binaları bile çökmüş durumda.

Acaba neden?

ooo

Nedeni, yaşamakta olduğumuz inanılmaz boyuttaki facia sırasında Türkiye şu sloganla yakaladı:

"Deprem öldürmüyor, binalar öldürüyor."

Yıllardır ölen onca insana rağmen, bu "cinayet ekonomisinin" neden değişmediğini, kısa bir süre önce, sanki gelmekte olan felaketi sezmiş gibi, Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Eser Karakaş, Neşe Düzel'e şöyle açıklıyordu:

"Türkiye'deki siyaseti çok ağırlıklı olarak müteahhitler finanse ediyor. Bu finansman karşılığında da siyasetçi, buna bütün siyasi partiler dahil, o müteahhitlere dünya standartlarının çok üzerinde fiyatlarla ihaleler veriyor. Mesela ANAP, dünya standartlarında yüz lira olan bir ihaleyi 170 liraya veriyor. Bu 70 liralık farkın bir miktarı müteahhidin ve siyasetçinin cebine giriyor. Ama 50-55 lirası doğrudan siyasetin finansmanına gidiyor. Böyle bir kısırdöngü var.

Geçen yıl sıradan bir lodos fırtınasında Bursa'da bir okulun çatısı uçtu, 6 çocuk öldü. Mütehahhit geçenlerde beraat etti. O okul ihalesine, Gümrük Birliği Anlaşması'nın öngördüğü gibi Avrupalı firmalar girseydi, o çocuklar bugün yaşıyor olacaklardı, ölmeyeceklerdi.

Ama o zaman da ne olacaktı, Türkiye'de siyasetin yapısı, finansman biçimi değişecekti. Para artık parti üyelerinden alınacak ve o üyeler de siyasi parti yöneticilerini denetleyeceklerdi. Ama bu tercih edilmiyor. Sonuçta da 4.5 şiddetinde bir zelzelede önce kaymakamlık, vilayet, emniyet binaları çöküyor.

Gümrük Birliği'nin 48. maddesi Türkiye'de ciddi bir slogan olmalı. Çünkü muammen bedeli dolar bazında belirli bir rakkamı aşan her türlü ihaleye onbeş AB üyesi ülkenin müteahhidi girsin dediğinizde, o zaman mafya babalarının işi de çok zor olacak.

Türkiye'de mafya babaları devlet ihalelerinden baba olmuşlardır. Her mafya babasının mutlaka bir devlet ihalesi vardır. Mafyayla mücadelenin birinci adımı bu kararı yürürlüğe geçirmek olmalıdır."

ooo

Türkiye'de hırsız müteahhitlerin "cinayetlerinden" kurtulmanın en etkin yollarından biri de şüphesiz ihale yasasını değiştirmek ve bunu dış rekabete açmak.

Ama "devletimizin bağımsızlığı" naraları bu çökmüş ve kokuşmuş sistemi sürdürmeyi amaçladığı için bu da yapılamıyor.

Türkiye'nin vatandaşları, Ankara'daki soygun sistemi sürebilsin diye ölüyor.

ooo

Türkiye, gerçekleri maalesef büyük acılar yaşayıp, büyük faturalar ödeyerek görüyor.

Tek kanallı resmi televizyon dönemini yaşıyor olsaydık, burada devlet denen şeyin olmadığını gene anlayamayacaktık.

Hamaset kara bir şal gibi olup biteni saklayacaktı. Aynen bu güne kadar olduğu gibi...

Ankara, Türk halkının paralarıyla besleniyor ama "kökten devletçilik" ve "milliyetçilik" propagandalarıyla yönetenlere hesap vermiyor.

Yönetilenlerin San Fransisko'da olmaları halinde ölmeyecekleri bir depremde yitip gitmelerinden Ankara'nın kodamanları ve savundukları sistem suçlu değil de kim suçlu? Denetlenmeyi reddeden "kutsal devlet" anlayışı ve dünya rekabetini ülkeye sokmayan "bağımsız Türkiye" avazeleri kaatil müteahhitleri zengin edip, çapsız siyasetçilere iktidar yolunu açtı.

Bunun bedelini binlerce insanımız ölerek ödedi.

Kutsal devleti insandan daha üstün tutmasak ve "bağımsızlık" diye bağıranların bu bağırtının ardında neyi sakladıklarını merak edip, hesap sorsaydık o insanlar ölmeyecekti.

Ama geride korkunç bir acı ve bütün ülkeyi sarsan bir vicdan azabı bırakarak ayrıldılar aramızdan.

Dileriz, hiç olmazsa kaybettiklerimize borcumuzu ödemek için hesap sormayı öğreniriz.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır