kapat

21.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Keder pikniği
20 milyon yurttaş, üzerine gecenin matemini örtüp, yıldızların altına uzandı, fısıldanan dualar ruhları göğe yükselen deprem kurbanlarına eşlik etti. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman böyle bir keder pikniği yaşanmadı

Taşlar altında kalmış insanları kurtarmak için, bütün Türklerin elini uzatması mümkün olsaydı eğer, canını bile ortaya koymaktan tek kişi dahi çekinmeyecekti. Ama Türklerin kan ve yüreklerini karıştırıp ne bir yaşam iksiri yapmak mümkündü, ne de bu iksirle deprem öncesine dönmek...

Dua etmekten başka çarenin kalmadığı zamanlar, bu zamanlarmış demek!

Uzmanların uyarısıyla kendilerini yeniden sokağa koyveren milyonlarca İstanbullunun fısıltısı, önceki akşam koca bir yürek vuruntusuna dönüşüp Marmara üzerinden kayarak, İzmit, Adapazarı, Yalova ve Gölcük'te ölüme direnen insanların yüreklerine ulaştı...

Onlara güç verdi...

***

Önceki akşam, koca İstanbul'un hemen tamamı çayırları mesken tuttu...

Başka zaman nice kahır ve kavgalara bedel olan milyar kere milyarlık daireler, apartmanlar, evler ve villalar, bir anda solda sırfı oluvermuş, insanlar bahçeleri, sahilleri ve parkları "yatak odası" edindi.

Halk arasındaki kısa adı "depremci"ye çıkan Ahmet Mete Işıkara'nın küçük bir işaretiyle milyonlar, bulduğu en elverişli köşeye öbeklenip deprem muhabbetlerine koyuldu.

"Depremci amca", "dikkatli olun" demişse eğer, uğruna ömür çürütülen evler, artık köpeğe atsan yenmez bir durum kazanıyordu.

Öyleyse, en uygun yerde yatılacaktı, sabaha Allah kerimdi... Yerler tutuldu, muhabbetler kuruldu...

Nasıl olmuştu ilk deprem?

O ne zangırtıydı yarabbi?..

Ya bir yenisi olursa, ne yapılacaktı?

Yeni bir gümbürtü kopar mıydı, uzmanlar doğru mu söylüyorlardı?

İlk depremde yataktan fırlayanlar, ilk ne yaptıklarını, nasıl davrandıklarını birbirlerine anlatıyorlar, herkes birbirine bunu soruyordu...

Siz neredeydiniz?..

Çok sallandınız mı?..

Deprem biter bitmez mi dışarı çıktınız, yoksa sallanırken mi?

En çok sarfedilen sözcükler "deprem" ve "Allah" sözcükleriydi.

Birinci vartayı atlatanlar, İstanbul'un ne kadar açık alanı, park yeri, parkı, bahçesi, futbol sahası, sahili, bahçesi varsa hepsini imanına kadar doldurmuştu.

Hayret edilecek bir şey ki, bir anda hayatın en önemli sorunu, "teşaşür" meselesi oluvermişti.

Hava basıncı ve hararet yüksekti, insanın canı çay, kahve, ayran, su vesaire içmek istiyordu ama "teşaşür" işi, zor işti...

Evinin yakında oturanlar ise içeriye girmeye korkuyorlardı...

Ya tuvalette "hacet görülmekteyten", "Depremci Amca"nın dediği oluverirse, imansız gidilmez miydi?

***

Ekonomi ve siyaset unutulup gitmiş, fikir ayrılıkları, enflasyon, borsa, kızın düğünü, oğlanın sünneti, gelinle kaynananın kavgası, bir anda, antik çağların konusu kadar eskiyivermişti.

Bu kadar büyük bir felaketin yanında, neyin önemi vardı?

İlk depremde ölenlere duyulan keder, hayatta kalmış olmanın sessiz sevinci ve sıklaşan sarsıntıların korkusu, birbirine sarmalanıyor, İstanbul semalarını kaplıyordu.

Keder sevinç ve korku bu açık hava birlikteliğinin en belirgin duygu üçgeniydi.

Koca millet, üç gün önce uğruna hapislere girmeyi göze alacağı aşklarının ve öfkelerinin üzerine kalın bir çizgi çekivermişti.

Milyonlarca yatak yorgan, battaniye, çadır bezi, çarşaf, yastık, ceket, hırka, eşofman, kazak, bir yerden bir yere gidiyor, insanlar evlerine en yakın yerde, kıvrılıp yatacak bir köşe arıyordu.

Yerlerini önceden almış olanlar, bir akşam önceki komşularını arıyor, insanlar sanki bu köşelerde aylarca yaşayacakmış gibi, yeni komşuluklar ve yoldaşlıklar peydahlıyordu.

Dünya tarihinin şimdiye kadar tanık olmadığı büyüklükte bir piknik yaşanıyordu İstanbul'da...

Bu bir "keder pikniği" idi.

İçilen çayların yurttaşlık acısıyla demlediği bir koca piknik...

***

Ben de sokaklardayım, gecelerdir...

Enkazlar arasında yürümekten kara sular inmiş ayaklarıma, gece olunca yeniden güç kuvvet geliyor, o kuvvetle olanı biteni gözlemek için yeniden hamle ediyorum. Bu tuhaf, bu mağrur, bu Tanrı'nın bir daha tekrar ettirmemesini dilediğim pikniği ibretle izliyorum.

İnsanlar gülmüyor, biliyor musunuz?

Çocuklar bile gürültü etmiyorlar.

Yüzlerce ailenin dipdipe serildiği koca alanlardan ne bir aykırı ses, bir bir edepsiz davranış sergileniyor.

Terbiye, yumuşaklık, anlayış ve mağrurluk, tevekkül ve inancın üzerinde yükseliyor.

Saatler 23.00'ü gösterirken sabah erken kalkacak olanlar, battaniyelerine kıvrılıp örtülerini üzerlerine çekiyorlar.

Çocuklar üçer beşer toplanıp bir köşede fısıldaşıyorlar.

Gençler, ailelerine yakın yörelerde gezip dolaşıyorlar.

Suyu bitene su, ayran içene ayran, çay isteyen çaylar veriliyor.

Hiç kimsenin hiçbir şeyi tam değil...

Ama herkesin herşeyi var gibi, çünkü herkesin herşeyi yardımlaşmaya açık...

***

Birbirini hiç tanımayan insanlar, yan yana yatıyorlar...

Küçük küçük aileler gitmiş, İstanbul'u 10 milyonluk bir aile kaplamış...

Yalnız yaşayan Zekiye hanım, evindeyken geceleri belki biraz korkardı ama şimdi hiç korkmuyor.

Çekmiş yorganının üzerine, vurmuş kafayı yatmış... O artık 10 milyonluk ailenin bir üyesi...

Müzeyyen hanım küçük kızıyla komşularının yanına sermiş yatağını...

Kocası, karşı taraftaki kayınvalidesine yardıma gitmiş...

Saatler birazdan geceyarısını gösterecek...

Mahallenin delikanlıları, tavşan uykusundalar...

Kimse, kimseye bir yaramazlık yapmasın, yalnızlara, erkeksizlere, yaşlılara bir zarar gelmesin diye...

Bu kadar kenetlenmiş bir toplumda kimden kime zarar gelir ki?

Sanki "cinsellik" bile çok uzaklara göçüp gitmiş...

Çünkü bu millet, toplumsal mateminde "cinselliğini" unutacak kadar mağrurdur!..

Zaman biraz daha geceye döndüğünde, deprem muhabbetleri yerini mışıltılara bırakır.

Kardeşler ve aşıklar birbirlerine, evlatlar analarına, babalarına sarılmış uyumaktadır.

Öksürükler, aksırıklar ve fısıltılar giderek uzaklaşır.

İstanbullu ayın altında uyumaktadır.

Yarın yeni bir gün başlayacak, elbet bu hüzünlü günler de bitecektir...

Milletler böyle zamanlarda millet olurlar!..

İnsanlar ertesi gün sessizce işlerine güçlerine giderler, bir kilimden, bir battaniyeden ibaret evde kalanlar, ortalığı toplarlar...

10 milyon insanın açıkta yattığı gece boyunca bir toplu iğne bile kaybolmamıştır.

Milletler böyle zamanlarda millet olurlar...

Ve gurur böyle zamanda belli olur...

İLKER SARIER


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır