kapat

23.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


İçimden bir ses..

Gazetede odama kadar geldiler.. Beni Fethullah Gülen Hoca Efendi ile tanıştırmak istiyorlardı. Saygı ile karşıladım, saygı ile uğurladım.

Daha sonra davetler başladı.. Hoca Efendi'nin organizasyonlarına, ödül törenlerine, yemeklerine.. Hiçbirine katılmadım..

Neden?..

İçimden bir ses "Hele biraz uzak dur" diyordu. O ödül törenlerinde bu ülkenin en önde gelen aydınlarını, solcularını, laiklerini gördüm.. Cumhurbaşkanlarını, başbakanları gördüm.

İçimden gelen ses hala "Uzak dur" diyordu..

Yaklaşanlara kızmadan uzak durdum..

Aslında kendime kızıyordum..

"Neden uzak duruyorum" diye..

Amerikalılar'ın wishful thinking dedikleri bir laf vardır.

Yani öyle olmasını istersin. Öyle olması hoşuna gittiği, işine geldiği için..

Bu ülkede din adına bir yığın siyasi mürteci ortaya çıkmışken, hem dini bütün bir Müslüman hem de Cumhuriyetçi, çağdaş lider geçer aklından, Müslüman halkı peşine takacak, bu mürtecilerden kurtaracak..

Çok istediğin için de buna biraz benzeyene hemen "İşte bu" diye yaftayı asarsın.

Müslümanlık ile çağdaş Cumhuriyet'in birbirine asla aykırı düşmediğine inandığın için, büyük kitleleri bu yönde etkileyecek bir dini liderin mürtecilere karşı mücadelede senden daha etkili olacağını bilirsin. Yüreğin ondan yana olur.

Buna rağmen içimden gelen sese uydum..

Her şey bu kadar meydanda gözükürken hem de..

"Bir şey eksik.. Bir şeyler gizli sanki" gibi geliyordu bana.. İçimde bir rahatsızlık vardı.

Uzak durdum.

* * *

Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral görevden alındığında "Bu daha ilk raund" dedi..

Ne demek istediği hemen anlaşıldı. Önce "Emniyet teşkilatında Fethullah Gülen'in maskesini düşüren ekip görevden alındı" iddiları ortaya atıldı. Ardından yıllardan beri devletin değilse de, bu devletin bürokratlarının elinde olduğu anlaşılan bir takım kasetler medyaya sızdırıldı.

İkinci raund başlamıştı.

Gülen'in peşine düşen medya adeta bir zafer sarhoşluğu içinde işin bu korkunç, bu çirkin yanı üzerinde hiç durmadı.

Son aylarda devlet delik deşik olmuştu. Hemen her köşe başındaki bürokratın elinde bir takım kasetler vardı. Devletin sırrı olması ve ilgili makamlara derhal sunulması gereken bir takım kasetler dilendiği gibi montajlanıp adeta bir şantaj aracı gibi saklanıyor, kasete sahip olanın başına bir şey geldiğinde medyaya ya da muhalefete sızdırılıyordu.

Peki bu nasıl devletti?..

Bunu kimse sormadı.

* * *

Düne kadar konacak yer bulamayan Fethullah Gülen, şimdi tam bir "Vur Abalı"ya histeryası içinde eleştiriliyor, saldırıya uğruyor.

Kasetleri izliyorum..

Bir şeyler beni rahatsız ediyor.. Bir şeyler eksik, bir şeyler saklı gibi geliyor..

İçimden bir ses "Hele biraz bekle, acele etme" diyor..

Her şey bu kadar meydanda gözükürken içim gene niye böyle diyor?..

Bilmem!..

İstanbul Festivali'ne merhaba!..
Çaykovski Üçlemesi.. Dünyanın en güzel üç bale müziği, benim için..

Kuğu Gölü.. Uyuyan Güzel ve Fındıkkıran!..

Danimarka'dan gelen bir grup.. Peter Schaufuss Balesi..

Danimarka'nın öyle dünyaca ünlü bir balesi yok.. Ama Çaykovski'nin müziği..

Koştum..

Birinci gece şoke oldum..

Müthiş, hem de nasıl müthiş bir uyarlama..

Elektronik müzik ve dans.. Bale değil, dans..

Peter Schaufuss'un cesaretine hayran oldum önce..

Adamı tefe koyarlar başaramazsan..

Ama başarmış.. On üzerinden 10 verdim, bu müthiş, renk, ışık, müzik ve dans şovuna..

Perde kapanmak bilmedi.. Merdivenlere kadar AKM'yi dolduran ne mutlu ki çoğu genç seyircinin alkışları dinmedi.

İkinci gece, Uyuyan Güzel'e, daha büyük heyecanla koştum..

Bu defa, dans değil, bale.. Bale olunca da fark ortaya çıkıyor.. Birden düştü.. Sıradan bir bale işte.. Değişik bir yorum ve değişik bir sahneye koyuş tarzı, hepsi o kadar.. Balerinler büyülemedi beni..

Üçüncü ve son gece Fındıkkıran vardı, Üçleme'nin sonunda..

Bu defa bale adımları ile dans figürleri bir arada kullanılmıştı.. Ama gene ilk gecenin o çarpıcılığı yoktu.. Belki her şeyin birbirine çok benzemesinin verdiği alışkanlık, ya da bıkkınlık.. İlk gecenin şokundan sonra, ertesi günlerde gelenlerin artık bilinen şeyler olması, her ne ise artık!..

İlk geceye 10 vermiştim ya, 10 üzerinden.. Uyuyan Güzel, 6 idi, Fındıkkıran 7, ayni ölçüler içinde..

Üç gecenin de ortak starı bana göre, bitmez tükenmez uzun bacakları ile harika dans eden Zara Deakin'di..

Her üç gecenin en unutulmaz dansını ise, Kuğu Gölü'nde Quang Vang ile Lisa Probert yaptılar.. Nerdeyse tamamı yerde geçen bu uzun dans, hayli zor bir koreografiydi, ama harikaydı!.. Erotizm ve estetizm, bu kadar güzel yoğrulur ancak!.

* * *

Bize dönmek istiyorum..
Ünlü dansçılarımızın hiçbirini göremedim, her üç gecede de.. Her halde, Fethiye'de falan denize giriyorlardır.

İnanamıyorum.. İstanbul Festivali'ne en ez katılanlar bu ülkenin sanatçıları.. Bir müzisyen, bir dansçı, bir tiyatrocu, operacı görmek define bulmak sanki.. İnsan kendine sanatına bu kadar ilgisiz nasıl kalır?..

Oysa görecekleri, (Onlar her şeyi bilirler ya) belki de öğrenecekleri bir şey vardır..

Mesela Peter Schaufuss'tan.. Adam elindekilerin kalitesini biliyor. Bu kalite ile klasik Kuğu Gölü oynatsa, mesela Petipa'nın koreografisi ile, millet Kirov Balesi ile karşılaştırır, hiçbir yankı uyandırmaz, geçin Avrupa'yı ülkesinin, Danimarka'nın haberi olmaz..

Ama cesaretle ortaya çıkar, müziği biraz newage havalarında elektronik hale getirir (Biraz fazla metalik geldi kulaklara ya..), ve çok cesur bir yorumla, insanın aklından hayalinden geçmeyen bir Kuğu Gölü ortaya koyarsan, en azından tartışılmaya başlarsın.. Kirov Balesi'nin kulvarından çıkıp, bu yeni kulvarda yarışırsan, hatta birinci bile olursun..

Yekta Kara'nın Carmen'i kaldırıp Franko İspanyasına getirmesi niye?..

Dünyaca ünlü operaları, bu ülkede bazılarının eleştirdiği spektaküler şovlar halinde yorumlaması neden?..

Niye İstanbul temsillerinde operalarda yer bulunmaz oldu artık?..

Türkiye'nin daha çok cesur yorumculara ihtiyacı var.. Eleştirilmekten, hatta yerin dibine sokulmaktan korkmayan yorumculara..

Kopya etmeyen, yaratanlara alkış var, bugün dünyada..

Başarı, zafer, "Ormanda yürürken yol ikiye ayrıldı. Ben az kullanılmış olanı seçtim" diyebilenlerindir.

Katlanmak!..
Delikanlı kızı çok seviyordu. Evleneceklerdi. Ama sorunları birden artmıştı.. İşte ve evde. Asabileşmiş, sevgilisini üzer olmuştu. Hatta ağlatmıştı bir keresinde..

Bir gün.. Mutlu bir gün.. Birbirlerine sarılmışken, delikanlı sordu:

"Bana neden katlanıyorsun?.. Ama hemen cevap verme.. İyi düşün!.. Ben ayni soruyu senin için kendime sordum ve cevabı buldum. Bakalım sen ne cevap bulacaksın?."

Kız düşündü ve yanıt verdi:

"Seni sevdiğim için.."

Delikanlının suratı asılır gibi oldu. Kız beklenen yanıtı vermediğini hissetti. Bakalım doğru cevap neydi?..

O da sordu:

"Peki sen bana neden katlanıyorsun?.."

Delikanlı sımsıkı sarıldı kıza..

"Ben sana katlanmıyorum ki!.."

* * *

Mektubun altındaki imza Raş.. "Raş benim gerçek ismimdir" diye de not düşmüş..

Fıkra anlatmak!..
Fıkra anlatmak önemli bir sanattır. Öyle olduğu için iyi fıkra anlatanlar dünyanın her yerinde iyi para kazanırlar.

Bu ülkede en iyi fıkra anlatan adam Orhan Boran'dı. Bu işi meslek olarak yaptı.

Cenk Koray günümüzde sürdürenlerin başında..

Pazar günleri köşesini tamamen fıkralara ayırıyor Koray..

* * *

Fıkrada herkesi güldüren cümle en sonda gelir..

Vurucu cümledir adı.. Ondan öncekiler, vurucu cümleye hazırlarlar.

Sanat da işte burdadır..

Okuyanı, ya da dinleyeni "Vurucu cümle"ye hazırlamak ayrı bir yetenek meselesidir.

* * *

Cenk Koray yazıyor:

Kız üzüntü ile babasına koşmuş.

- Babacığım, babacığım hamileyim.

- Üzülme kızım. Dur bakalım. Belki senden değildir!..

* * *

Cenk Usta'ya yakışmayan bir "Hazırlama" hatası..

Cenk Usta bir defa, kızın bekar, babanın moral değerleri oluşmamış bir yeni zengin olduğunu anlatmalıydı, hazırlık yaparken.. Fıkra işi aceleye gelmez.

Asıl önemlisi..

"Hamileyim" diyen kıza, babanın yanıtı artık vurucu değil.. Hamile "Bebeği karnında taşıyor" demek. Bebek karında olunca "Belki senden değildir" yanıtı havada kalıyor..

Peki fıkra nasıl o zaman..

- Babacığım, babacığım.. Bir çocuğum olacak!..

- Dur bakalım, belki senden değildir!..

SEVDİĞİM LAFLAR
Her insan içinde yaşadığı çağın yaratığıdır. İçlerinden pek azı, kendilerini zamanlarındaki düşüncelerin üstüne yükseltebilirler.

Voltaire (1694-1778)

TEBESSÜM
Sinan Çetin film çekiyor.. Başroldeki artist, bir ölüm sahnesini oynuyor ama çok başarısız. Sinan kızıyor.

- Daha canlı öl be kardeşim, daha canlı öl!.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır