Dikkat ediyor musunuz, neredeyse son bir yıldır "hükümet kaynaklı" tek bir olay yaşamadık. Herşey hükümetlerin dışında doğuyor, gelişiyor ve hatta sonuca ulaşıyor.
Hükümetler ise kamuoyu gibi gelişmeleri sadece izliyorlar, müdahil bile olamıyorlar.
Ya bir savcı bir konuda soruşturma başlatıyor, ya bir televizyon bir kaset yayınlıyor, ya Emniyet Müdürü bir "devlet içi çeteyi" ortaya çıkarıyor.
Hiçbirinde hükümet "belirleyici" rol oynayamıyor.
Türkiye 1995'ten bu yana geçen süreyi kaybetti aslında. Siyasilerin anlamsız çekişmeleri, çıkar kavgaları, linç operasyonları, yolsuzluklar, çeteler, cinayetler, ekonomideki çıkmazlar, merkezi galiba hükümet dışına kaydırdı biraz. Devletin, aslında hükümet denetiminde olması gereken bazı odakları daha "etkin ve belirleyici" olmaya başladı.
Fethullah Gülen olayını ele alalım. Fethullah Gülen'in gerçek yüzünün ortaya çıkarılmasında mevcut hükümetin hiçbir dahli yok. Hatta bizzat bu hükümetin bile olayı atv'deki programdan öğrendiğine bahse girebilirim. Bu nedenledir ki, başta Başbakan olmak üzere hükümet üyeleri bir gün sonra ne diyeceklerini bilemediler.
Sadece Cumhurbaşkanı Demirel, hepsinden daha kurt ve deneyimli olduğu için olacak, hemen "hakim taraftan" yana yer almayı bildi.
Düne kadar "Fethullah Gülen Hocaefendi" nutukları atanlar da "Bu iş neden şimdi çıktı, düğmeye kim bastı?" sorusuna cevap bulmayı umarak şaşkın şaşkın etraflarına bakıyorlar.
Aynı siyasiler batan bankalarla ilgili soruşturmalarda, cinayet davalarında, polisteki operasyonlarda da "sessiz" durumdalar. Çünkü "işin ucunun kendilerine dokunmasından" korkuyorlar besbelli.
Peki acaba ne oluyor? Hükümet nasıl oluyor da bu kadar devre dışı bırakılarak gündem oluşturuluyor?
Bu soruya verilen cevaplar çok çeşitli. Ama her cevabın çıktığı kapı aşağığ yukarı aynı.
Türkiye "derin bir temizliğe" doğru yol alıyor.
Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimi, daha doğrusu Cumhurbaşkanının kim olacağı sorusunun cevabı Türkiye'nin geleceğini de şekillendirecek en önemli adımdır.
Ankara kulislerinde çeşitli "olasılıklar" üzerine kafa patlatanlar var. Bunlardan "şimdilik" sanki en "makul" gibi görüneni Süleyman Demirel'in süresinin uzatılması. Özellikle Başbakan Ecevit bu formüle, daha seçimleri kazanmadan çok önce bile yatkındı.
Olmasına ihtimal vermediğim, ancak Çiller'i DYP'nin başından uzaklaştırmayı düşünenlerin formülü ise, birleşmiş bir DYP-ANAP'ın Mesut Yılmaz'ı Çankaya'ya taşıması.
Ve şu anda çok dillendirilmeyen, buna karşın "geçerli olması pek muhtemel" bir formül de Genelkurmay eski Başkanı Karadayı'nın Cumhurbaşkanı seçilmesi.
Bu tartışmalarda önemli olan "kim kimin yanında" ya da "kim neyi istiyor" sorularına bulunacak cevaplar.
Örneğin "Ecevit Demirel'in görev süresinin uzatılmasını istiyor" buna karşın başı "Fethullah Gülen operasyonu" ile ciddi biçimde sıkıntıda. Aynı nedenle başı sıkıntıya giren Demirel ise "manevra" yapıyor. "Hükümet dışı" güçler Demirel'in Cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılmasından yana mı değil mi?
Diğer iki formülden birine sıcak bakıyorlar mı, yoksa "kimsenin aklına gelmeyen" bir başka formül daha mı var?
Tuhaf bir dönem geçiriyoruz. Bakalım "ışığın ucu" ne zaman görünecek.