kapat

23.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Şaşırtıcı yeraltı kentleri ve gizli kiliseler...

Bu gün 73. yaşımın ilk günü. Bunun 53 yılının hemen her günü yazı uğraşının tüm dallarındaki çalışmalarla geçti. Yazı dışındaki yaşam biçimlerine karşı hiç bir imrenme duymadım. Bu tür tutkulara alışık olmayan bir toplumun çocuğu olduğum için, Dünya'dan salt kalem ve kağıtla geçip gitme inadımın bedellerini de bir hayli ağır ödedim.

Geçen hafta görünmez rejisörlerin düzenlediği gündemlerle, şeffaflık kaçkınlığından ve hukuksal tutarsızlıklardan birden bunaldım. 72 yılın son günlerini değişik bir yörede geçirmek için kalktık Kayseri'ye, oradan da Nevşehir'e gittik.

Kapadokya binlerce yıllık bir insan serüveninin en gizemli kesitleriyle, zaman çarkının başdöndürücü şelalesi içinde bilinmez uçurumlara savurtuyor kişiyi...

* * *

4 bin metreye yakın yüksekliğinin karlı beyaz tepeleriyle Erciyes, sakin, sessiz bir umursamazlığın heybetli bir profilini çiziyordu ufukta...

Ve sonra yine ufuklarda Hasandağı ve Melendiz...

Onlar da sakin sessiz ve her türlü yaramazlıktan uzak birer efendi gibiydiler...

25 milyon yıl geriye gidildiğinde...

Aynı dağlar gümbürtülerle patlıyor, Arz yuvarlağının iç benliğindeki cehennem ateşlerini bir yandan göklere püskürtüyor, bir yandan da lav ırmaklarıyla ovaları, vadileri, yamaçları fokur fokur kaynayan erimiş çelik kızılı tayfunların ateş denizlerine çeviriyordu.

* * *

Sonra yine milyonlarca yıl geçti aradan... Lavlar soğudular, taşlaştılar, sırlı çizimler mimarının dev boyutlu şeytan minarelerine dönüştüler...

Yüzlerce yıl önce oralardan geçen bir Fransız gezgini Peri Bacaları adını taktı o dev boyutlu şeytan minarelerine.. İnsanlar o konik"tüf" kayaların içlerini oyarak kendilerine meskenler yapmışlardı..

* * *

Kapadokya'daki turizm örgütlenmeleriyle düzeyi, Türkiye'nin genel çapaçulluğundan usanmış, uygarlık çağının gelişmiş kalitesiyle kolkola polka oynamaya başlamıştı.

Ne kadar sevindim bilemezsiniz. Pek farkında olmasam bile, galiba yoğun bir bilinçaltı özlemi duymuştum Türkiye'nin de özenli bir ülke olmasına..

Oraların turizm örgütlenmesi gerçekten özenliydi.

Ve her yerde in cin top oynuyordu. Ankara, turizmi her sorunun önünde tutan ortak bir ahengin rotasını çizmeyi kıvıramamış ve her zaman olduğu gibi suçu dış dünyaya kamanço etmekle o canım atılımlara boşvermişti.

Güneydoğu yahut Kürt sorunu nedeniyle 15 yılda 400 milyar dolar harcanırken, turizm gelirleri kökünden sünnet edilmişti.

Böyle bir tablonun sibernetik bir yönetim dehası örneği olduğunu söyleme olanağı yoktu.

* * *

Göreme'nin Açık Hava Müzesi'ndeki kayalıklar içine oyulmuş gizli kiliseler, çok Tanrılı Roma gazabından saklanan ilk Hıristiyanlar'ın kutsal dünyalarıydı...

Ve onlardan da eski binlerce yıllık 100'ü aşkın yer altı kenti vardı...

Binlerce insanın hayvanlarıyla içine saklanıp, aylarca yaşadığı yer altı kentleri... Küçük yer altı alanlarını, sofalarını, odalarını, karmakarışık labrentlerle biribirine bağlayan, derinliklere doğru kat kat gizli kentler... 20 kat, 25 kat...

Kaymaklı'daki gizli yeraltı kentine indik... Şaşırtıcıdan beter, akıl almaz bir korunma mucizesinin binlerce yıldan arta kalmış bir tarih harikasıydı...

Ya Selçuklular döneminin kervansarayları...
Avanos'da Selim Gürdal'ın yine yeraltındaki 6 bin metrekarelik çini-keramik atölyesinde, ayağıma bir işçi pantolonu giydirip, üstüne oturtulduğu platoyu hızla döndüreceğim, belirli bir kıvamdaki özel çamur mayasından vazo falan gibi bir şeyler yapmaya zorladılar beni...

Avuçlarımın arasında çamurlar, aşka gelmiş erkek eşek simgesi gibi uzadı, yamuldu, komikleşti, koptu durdu..

Salim ise aynı çamurdan ne kadar güzel bir çaydanlık çıkardı ve yuvarlacık kapağını da tıp diye oturtuverdi üstüne...

* * *

2 gece 3 gün kaldık Kapadokya'da... Nermin Alyamaç'ın Karakuş tesislerinden, işledikleri özel bez bebekleri Fransızca konuşarak satmaya çalışan köy kadınlarına kadar neler, neler görmedik ki...

Göremediğimiz tek şey, bir kaç avuç dışında, turist gruplarıydı..

Özellikle lokantalarla oteller bomboş ve ıssızdı.

* * *

İstanbul'da da tuhaf bir sürpriz bekliyordu beni. Can yakınım Solmaz Kamuran, ayda yetmişi aşkın imzasız yazılar yazma zorlanmasına uğradığım bir dönemde "Sobe" başlığıyla yazdığım küçük fıkralardan bir derleme yapmış ve kitap olarak yayınlamıştı. Bana bir yaş günü armağanı olarak...

Görünmez ödüllerle yazı emekçilerinin de gönlünü alan dostlar vardır bu dünyada, şükür ki..

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır