kapat

14.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NEBİL ÖZGENTÜRK(nebilo@sabah.com.tr )


Fotoromanın Yeşilçam'ı

Saklambaç'ın doğuşuyla birlikte "Fotoromanın Yeşilçamı" kurulmuştu aslında.. Ve Zeki Müren, Behiye Aksoy gibi dönemin büyük yıldızlarına da, Ajda Pekkan gibi "henüz" yıldız olanlarına da fotoroman için "buyur" denmiş ve oynatılmıştı bu isimler..

rtık ok yaydan çıkmıştı.. Beyler! Bu fotoroman denen şey, başlı başına bir iş, "tiraj" da var, potansiyel de! Haydi bakalım! Evet, Napoli sokaklarındaki aşk ve entrikaları konu edinen İtalyanca'dan çeviri fotoromanlar ve de Killing'ler, "Cep fotoroman"dı, "Yelpaze"ydi, bir biçimde hayatımıza girince, Günaydın Gazetesi'nin patronu Haldun Simavi kurmaylarına hemen talimatı verdi;

"Günlük bir fotoroman gazetesi tasarlayın!"

Ve Saklambaç doğdu..

Satışı bir anda üçyüzbini bulan Saklambaç Fotoroman Gazetesi..

Önü, içi, arkası, her yeri fotoroman olan Saklambaç'ın ilk sayılarında hiç haber yoktu.. Zaten neden olsundu ki, sadece fotoroman gazetesiydi çünkü..

Hem de en önemlisi "yerli" fotoromanlardı..

Peki, kısa zamanda bu kadar fotoroman nasıl çekilmişti, kimler oynamış, nasıl bir konu bulunmuştu? Herşeyin bir çaresi vardı!

Saklambaç'ın doğuşuyla birlikte "Fotoromanın Yeşilçamı" kurulmuştu aslında..

Halden anlayan, yani, sinema dünyasının içindeki birçok isim fotoroman çekmeye ikna edilmişti.. Ve Haldun Simavi'nin "okey" demesiyle düğmesine basılan "Fotoroman Yeşilçam"ının süpervizörlüğünü İren Kayno üstlenmişti..

Saklambaç Fotoroman Gazetesi'nin ilk Genel Yayın Müdürlüğünü yapıyordu Kayno..

Ve Zeki Müren, Behiye Aksoy gibi dönemin büyük yıldızlarına da, Ajda Pekkan gibi "henüz" yıldız olanlarına da fotoroman için "buyur" denmiş ve oynatılmıştı bu isimler..

Rejisörlüğünü mü?
Büyük sinema ustası Lütfü Akad bile fotoroman çekti o günlerde..

Eee, ne olacaktı ki, sinemacıların yeni ekmek kapısıydı çünkü!

Doğrusu, hatırı sayılır bir tiraj yakalanmıştı ama üç beş ay sonra okuyucu, galiba hevesini aldı, tirajı düştü Saklambaç'ın.

Haber sayfaları eklendi, başka değişiklikler de yapıldı biraz kıpırdanma oldu ama asıl patlama Tevfik Yener döneminde yaşandı.. (Tirajı 500'bini buldu bir ara)

Yener ve ekibi(rejisörüyle, fotoğrafçısıyla) işe sıkı sarıldılar ve "merak" duygusunu öne çıkaran, fotoğraflara hareket getiren bir yöntem geliştirdiler..

Artık motorlu makinelerle ve zoomlar, teleler kullanılarak çekiliyordu fotoromanlar.. Ve doğal atmosferlerde..

Böylece okuyucu "film" seyrediyordu sanki, çünkü fotoğraflar donuk değildi artık.. Bir de ünsüz isimleri deniyordu Tevfik Yener.. Kendi deyimiyle, yıldızları oynatmıyor, "yıldız" yaratıyordu çoğu zaman... Genel Yayın Müdürlüğü sırasında 400'e yakın fotoroman yayınlayan Tevfik Yener'in başlattığı bir yenilik de fotoroman oyunculuğu için yarışmalar düzenlemesiydi.

Saklambaç'ın düzenlediği "Sinema- Fotoroman Güzeli Yarışmaları"na rekor sayıda başvuru oluyordu.. Sonraki yılların birçok ünlüsü, bu yarışmalardan doğdu.. (Arzu Okay, Perihan Savaş, Kadir İnanır, Müjde Ar) Ve ilk üçe giren "güzel" ya da "yakışıklı" genç kız ve erkekler daha "tacının" tozunu almadan bir fotoromanda oynatılıyordu.. (Şimdilerde TV kanallarının düzenlediği yarışmalarda derece alanların, dizilerde oynaması gibi)

Yıldızlar nasıl doğar?
Yıl 1971..

Yer, Fahrettin Aslan'ın yönetimindeki Bebek Maksim Gazinosu..

Tevfik Yener ve bir grup arkadaşı bir İstanbul akşamı yaşıyor..

Fahrettin Aslan, Yener'in yanına geliyor ve "Tevfikçiğim bir çocuk var yeni askerden geldi, çok iyi sesi var, yakışıklı da ama tanıtılması lazım, elinden geleni yapar mısın?" diye bir ricada bulunuyor.

Yener'le genç adam, kısa bir süre sonra tanışıyor. Ve o günlerde zaten "boğazına kadar" fotoromana boğulmuş olan Tevfik Yener hiç uzatmıyor ve "Gel seni fotoromanda oynatalım!" diyor. Çocuk, dünden razı ve gayet terbiyeli bir biçimde cevaplıyor teklifi; "Nasıl tensip ederseniz efendim!" Ve motorlu makinanın ilk kez kullanıldığı, her fotoğraf karesinin tek tek özenle seçiminin yapıldığı bir fotoroman ortaya çıkıyor..

Artun Yeres'in yönettiği Tevfik Yener'in "hikayesini" yazdığı fotoromanın adı; Kır Çiçeği..

Genç adamın adı da, Ahmet Özhan...

Evet, Ahmet Özhan, bu fotoromanla birlikte yurt çapında tanınıyor ve genç kızların sevgilisi haline geliyor. Sonra da, "Bak yeşil yeşil" diye terennüm ederek daha da pekiştiriyor hayranlarıyla muhabbetini...

Orhan Gencebay nasıl öldürüldü!!
Artık ortada koca bir kitle var.. "Hayatı fotoroman" olan genç ve heyecanlı bir okur kitlesi..

Okurlar, yerli fotoromanda kendisini bulmaya başlıyor.. Sanki onlardan biri aşık oluyor, onlardan biri dayak yiyor veya seviliyor, zengin oluyor..

Üstüne üstlük, hergün dolaştığı sokaklarda geçiyor fotoroman öyküleri..

"Yalan Rüzgârı" estikçe gürlemeye devam ediyor, fotoroman yarışmaları da son hızla.. Bu arada diğer gazeteler de fotoroman ekleri ya da sayfaları vermeye başlıyor.. Ama Saklambaç başka..

Birkaç zaman sonra bir bomba daha patlatıyor Saklambaç, yine "bir başka" olduğunu gösteriyor..

Bir gece Taksim Meydanı sallanıyor. Gecenin bir saatinde "Meyhane baskısı"nı gören Taksim ve Beyoğlu tutkunu İstanbullular, o şaşırtıcı ve insanı yüreğinden eden gazete başlığını okuyunca birbirine bağırıyordu.

"Duydun mu! Orhan Gencebay'ı öldürmüşler!" "Kim, ne zaman öldürmüş, ne oluyor!" demeye kalmadan Taksim Meydanı'ndaki gazete büfesinde, o gece uzun bir kuyruk oluşuyor.. Gözyaşı sel oluyor! Nasıl olmasın, daha o zamandan "gönüllerde taht kuran" Orhan Baba ölmüş, kolay mı!

"Peki neden öldürülmüş acaba?"

"Memleketi Samsun'dan biri gelmiş eski bir hesaplaşmaymış galiba.."

"Yazık ettiler Orhan Abimize kıydılar yuh olsun!"

Evet, kuyruk oluşuyor oluşmasına ama ortada gazete falan satan yok..

Çünkü, bunca bağırtı ve karmaşa içinde satıcı, tezgahın arkasında duran gazeteleri satmaya niyetli değil.. "Yahu, durun dinleyin be kardeşim. Dur birader. Satılık değil bu gazete."

Neden mi?
Çünkü, gazete büfesinden yüz metre ileride Orhan Gencebay ve Tevfik Yener bir arabanın içinde olan biteni izliyor ve bir yandan da gülüyorlardı.. Sözkonusu gazete de, yani "Orhan Gencebay Öldürüldü" başlığıyla Taksim'i birbirine katan Günaydın Gazetesi, bir fotoroman çekimi için basılmıştı. Konu gereği, dublörü öldürülen Orhan Gencebay, peşinde katiller olduğunu farkedince saklanacak, ancak herkes, "ünlü sanatçı Orhan Gencebay'ın öldürüldüğünü" sanacaktı. Yine konu gereği gazeteler böyle bir başlıkla yayınlanacaktı. Orhan Gencebay da geceyarısı gazeteyi gizlice alacak ve merakla okuyacaktı.

İşte bu yüzden, çekim için Taksim Meydanı'ndaydı film ekibi, pardon, fotoroman heyeti.. Fakat, bu fotoromanın rejisörü Artun Yeres sonunda dayanamayıp bağıracaktı:

"Haber gerçek değil. Film çekeceğiz burada film. Gazete film gazetesi. Orhan Abiniz yaşıyor." Duyanlar, "Öyle mi, vay beee..." çekiyordu. Gülmekle kızmak arasında kalacaklardı... "Yalan haber" gittikçe yayılacak ve "Orhan Abileri"nin yalandan öldüğünü duyan ve o saate kadar "acı haber karşısında efkâr dağıtmakla meşgul olan diğer hayranları da yeniden "fotoroman setine" akın edip ekibe homurdanacaktı, "Eşek şakasının sırası mı" der gibi! Artun Yeres de epey küfür yiyeyecekti.

"Ulan bu filmciler amma inek be. Ödümüzü patlattılar Asıl onları öldürmek lazım!."

Yılmaz Güney de fotoromanda!
Tarih, 9 Mayıs 1974... Tevfik Yener, yine Saklambaç Gazetesi'ni yönetiyor. Sahir Özbek de gazetenin yazarı, haber müdürü, ağabeyi. Çünkü, Saklambaç'ta fotoromanın yanısıra haber de var artık.

Ve o günlerde, Yılmaz Güney, tam 21 aydır siyasi suçlu olarak hapiste. İki yıla yakın süredir de kimse ile görüştürülmemiş..

Türk sinemasının en büyük oyuncularından Yılmaz Güney ile cezaevinde röportaj, 1974'te büyük bir gazetecilik olayı. Ve Sahir Özbek bunu başarıyor.

Sahir Özbek yanında fotomuhabiri olarak Ahmet Ayyıldız ile Selimiye kışlasındaydı. Yılmaz Güney'le cezaevi röportajı büyük ilgi topluyor. Bir kaç gün sürüyor ve gazetenin satışı patlıyor.

Ama iş röportajla biter mi, hele de fotoromanların yine "in" olduğu bir dönemde. Yani, yine ne televizyonun ne de pembe dizilerin esamesinin okunmadığı eski zamanlarda. Ve bütün zamanlarda iyi bir fotoromanın, gazete satışını çok yükselttiği günlerde. Hele de oyuncu şöhretli olunca patlamaya dönüştüğü yıllarda...

Ve bir süre sonra "Af" çıkıyor ve Yılmaz Güney de dışarı.. İşte teklifi yapmanın tam sırası.. Fakat Yılmaz Güney, fotoroman tekliflerini asla kabul etmiyor. Nasıl olacak bu? "Senaryosunu kendi yazar, çekerse pekâla olur!"

Ve oluyor da.. Hem de birkaç fotoromanı çekip, oynuyor Yılmaz Güney..

İlki, "Çocuk İsmail" adında duygusal ama "sosyal içerikli" bir hikaye. Kör bir kız ve idam mahkumu Çocuk İsmail. (yani Yılmaz Güney)

Bu fotoroman ile 145 bin daha fazla satıyor Saklambaç.

"Çocuk İsmail" fotoromanı, gazetenin hareket, yani tiraj gerektiren dönemlerinde defalarca tekrarlanıyor.

Her defasında gazeteye büyük satış getiriyor.

Bu arada Tev!fik Yener, "Dadaş Hasan" adını verdiği bir resimli roman kahramanı düşünüyor. Hikayesini de o yazıyor. Günaydın'da yayınlanacak. Ressam Erol Denli çizecek. "Dadaş Hasan" tipinin de Yılmaz Güney'e benzemesini istiyor. İzin istiyor Yılmaz Güney'den, bir de "çizime kolaylık olsun" diye fotoğraflarının çekilmesini..

Yüzlerce kare fotoğrafı çekiliyor Güney'in.. Güney büyük şöhret ama "bana mısın" demiyor.. Bir ağır işçi gibi saatlerce poz veriyor.

"Dadaş Hasan" resimli romanı yine ortalığı sarsıyor. Dadaş Hasan, kahramanını çok beğenen Yılmaz Güney, film yapmaya karar veriyor.

Ama sadece vermekle kalıyor, çünkü birkaç ay sonra yine başı derde giriyor..

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır