Fritz Lang, Metropolis'teki 'gelecek-kent'i yaratırken, New York seyahatinde gördüğü gökdelenlerden etkilenmiş. Yani hayal gücünü frenleyemeyen yönetmen filmi bütçesini kat kat aşan (şimdilerin 200 milyon dolarına denk gelen) bir miktarla tamamladığında, yapım şirketini iflasın eşiğine getirmiş. Durumu kurtarmak isteyen Alman yapımcılar hemen makasa sarılarak kendilerince vizyona uygun hale getirmiş. Yine de görüntünün gücü kaybolmadığından, yıllar sonra iktidara gelen Hitler'in Lang'a olan hayranlığı ve ona Alman sinemasını teslim etme teklifi, anlaşılabilir. Ancak Lang'in bunu reddederek ülkeden kaçması da ayrı bir macera. Ne var ki senaryonun da yazarı olan eşi Thea von Harbou'nun Almanya'da kalıp Nazi Partisi üyesi olması, hayatında ayrı bir trajedi yaratmış. Endüstrileşme çağının etkisinin hissedildiği bir dönemde çekilen filmde yönetmen, işçilerin robot misali fabrikaya girdikleri sahneyle insan-makine ilişkisini kusursuz bir anlayışla resmederek sessiz sinemanın bilinçaltına işleyen büyüsünü görselleştiriyor. Oğlunu alt sınıfa yaklaştıran gönül ilişkisi işine gelmediğinden, Maria'yı Babil Kulesi benzeri bir yere kapatan ve yakın arkadaşı bilim adamının yarattığı robotla kızcağızın ikizini ortalara salan patron babanın kötücüllüğü de ortada... Öfkeyle kalkan işçi sınıfının devrimi felaketle sonuçlanınca, insan şöyle bir karışıyorsa da, patron sınıfının direnişi kırmak için nasıl kışkırtıcı yöntemler benimsediği uyarısının da altı çiziliyor. Dolayısıyla kalabalıklar psikolojisini harekete geçirmenin insanları tek tek etkilemekten daha etkili olduğu ana fikrinin Hitler'i büyülemiş olduğu, açık.