Dünkü
SABAH'ta da okudunuz: Dünyanın en iyi üniversitelerini belirleyen bir
Çin Üniversitesi var.
Jiao Tong adlı
Şangay' daki bu üniversite, çeşitli ölçütler kullanarak ilk
500 üniversiteyi belirliyor.
Sıralama dünya çapında kabul görüyor, ciddiye alınıyor. Hatta dörtten üçe inen
Fransa'da olduğu gibi, tartışmalar çıkıyor, gerileyenler,
" Ne oluyoruz, eğitim sistemimiz çöküyor mu " diye soruyor.
İlk sıraları
ABD üniversitelerinin aldığı listeye
Türkiye'den sadece bir üniversite girmiş bu kez:
İstanbul Üniversitesi.
Bu durum çeşitli açılardan ele alınabilir: Mesela birçok konuda kendimizi kıyasladığımız ama nüfusu
Türkiye'nin
yedide biri olan
Yunanistan, listeye iki üniversite sokmuş!
Bir de tabii
" halkın algılaması " açısından da konuya bakılabilir. Halk derken öncelikle
öğrencileri ve
ailelerini kastediyorum.
Üniversite sınavında başarılı olan öğrencilerin yönelimlerine baktığımızda, İstanbul Üniversitesi'nden daha fazla;
ODTÜ,
Hacettepe,
Bilkent,
Sabancı ve
Boğaziçi gibi üniversitelerin tercih edildiğini görüyoruz.
Sadece somut tercihlerde değil, gündelik hayatta da benzeri bir ilgi var:
Bir öğrenciye
" Puan sorunu olmasa, hangi üniversiteye girmeyi istersin " ya da bir aileye,
" Çocuğunuzun nerede okumasını hayal edersiniz " diye sorduğunuzda, İstanbul Üniversitesi pek az durumda ilk sırada telaffuz ediliyor.
Toplumsal tercihin böyle şekillenmesi, sadece "
imaj " meselesi olmasa gerek.
Birçok başarılı genç, mezun olduktan sonra
Türkiye'de kalmayı düşünmüyor. Önemli bir bölümü başta
ABD olmak üzere, Batı ülkelerinde
'master' ve
'doktora' yapmayı arzu ediyor.
Bu yüzden de, hem
eğitim tarzı ve
sosyal ilişkiler açısından
Batı ülkelerini andıran, hem de yabancı dil öğreten üniversiteler tercih ediliyor.
Belki
" bilimsel kapasite " yönünden İstanbul Üniversitesi daha başarılı olabilir ama aynı branştaki mesela bir Boğaziçilinin ABD'ye kabul edilmesi daha büyük bir olasılık.
Aslında
Türkiye'de kalacaklar için de bu üniversiteler, İÜ'ye kıyasla önemli avantajlar sağlıyor: Örneğin,
işsizliğin ciddi bir sıkıntı ve endişe yarattığı ülkemizde,
yabancı şirketler, bu üniversitelerin mezunlarına yöneliyor.
Öğrenci açısından, yabancı (
küresel düzeyde faaliyet gösteren ) bir şirkete girmek, hem bir süre sonra yaşıtlarından daha iyi para kazanma, hem de yarın öbür gün başka ülkelerde görev alma şansı yaratıyor.
Bu örnekleri vermemin sebebi şu: Çinliler bilimsel açıdan haklı olabilir. Yani 500'lük listeye bu kez
407'nci sırada giren İstanbul Üniversitesi,
Türkiye'nin
" en bilimsel " okulu olabilir.
Ancak ülkenin şartları aynı şeyi söylemiyor. Bizde "
bilimsel " kapasiteden ziyade,
" mezun olunca iş bulmak " ve
" ileride iyi para kazanmak " gibi toplumsal faktörler ön planda.
Öğrencilere sorun: Çoğunluğu
" fakir " bir bilim insanı olmaktansa,
" cüzdanı kabarık " ve
" kredi kartı limiti yüksek " bir şirket çalışanı olmayı tercih edecektir.
" Dünyadaki ilk 500 üniversite " listesindeki (kahredici) yerimizi daha fazla tartışmalıyız elbette.
Ancak yukarıda anlatmaya çalıştığım "
temel sorunu " (ki sanırım bunu kısaca "
işsizlik " diye tanımlayabiliriz) çözmeden bu tartışmalar fazla işe yaramayacaktır.
Yayın tarihi: 17 Ağustos 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/17//haber,4936CA3E926C4EBF96B87A9762A30B2E.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.