Eero Miettinen, arabadan cep telefonuna pek çok farklı alanda dünyaca ünlü tasarımlara imza attı. Finlandiyalı Miettinen çevresindeki her şeye bir tasarımcının gözüyle bakıyor, siyasetle tasarım arasındaki ilişki konusunda ise temkinli konuşuyor..
Buluşmak üzere sözleştiğimiz Gezi Pastahanesi'ne girdiğinde Eero Miettinen çevresine büyük bir merakla bakıyordu. Biyografisinde 'hayatta en çok sevdiği şeyin saunaya girdikten sonra bira içmek' olduğu söylenen Miettinen'in bu yüzden ne içeceğinin belli olduğunu düşündüm, dışarıda da korkunç bir sıcak vardı. Fakat masanın üzerindeki tuzluğu dikkatle inceleyen tasarımcı, kahve içmek istediğini cappuccino) söyledi. Sonra da Creative marka, ses kaydı da yapan Zen Player'ımı inceleyip "Çok güzel, ama telefon olarak da kullanılıyor mu acaba bu?" diye sordu. Olumsuz cevap alınca ise "Keşke telefon olarak da kullanılsaydı daha güzel olmaz mıydı?" diye mırıldandı. "MP3 çalarlar... Bir dönem MP3 çalarlar çok ilgimi çekiyordu. En büyük hedefimiz de telefonla müzikçalarları birleştirmekti. Sonra bu teknoloji büyük bir hızla ilerledi, insanlar cep telefonlarıyla müzik dinlemeye alıştılar. Bildiğim kadarıyla şu anda Avrupa'da insanların müzik dinlerken kullandığı başlıca aygıt cep telefonu. Fotoğraf makineleri, saatler... Bunların hepsi telefonlara entegre oldu ve bu süreç devam edecek."
İSTANBUL PARİS'TEN GÜZEL
15 yıl önce, henüz İsveç merkezli otomobil şirketi Saab'da ilginç araba ve kamyon tasarımları yaparak adını duyururken Miettinen
Türkiye'ye sık sık gelir, Marmaris'te sörf yaparmış. İstanbul'un bugün yaşadığı dönüşüm ve her köşe başında bulduğu ilginç tasarımlar sonucunda olsa gerek, şöyle diyor: "Bana Paris mi yoksa İstanbul mu diye sorsanız, size İstanbul derdim." Bizde deniz olduğu, Paris'te olmadığı için mi? "Aslında deniz bir yana bırakılırsa iki şehir arasında olağanüstü büyük benzerlikler var. Hayatımın büyük çoğunluğu Paris'te geçti. Hayır, deniz değil, benim hoşuma giden tasarıma gösterilen dikkat. Dün vapura bindik, Kuzguncuk'a geçtik. İskele restore edilmişti ve her taraf rengârenk, olağanüstü ayrıntılarla doluydu. Bunlar bana büyük bir görme zevki veriyor. Her şeyi çok güzel muhafaza etmişsiniz." İstanbul'u kaotik ve geçmiş kültürlerin hiç de iyi korunmadığı bir şehir olarak gören bizler için şaşırtıcı bir yorum bu. "Siz burada yaşamaya alıştığınız için ayrıntıları göremiyorsunuz. Bense küçük bir çocuk gibi şehrin inceliklerini çok iyi görebiliyorum. Mesela camiler ve dinle kurulan ilişkideki ritüeller." Bunun üzerine biraz da provokatif olmak adına, günümüzde dinlerin yerini acaba telekomünikasyon şirketleri mi aldı, eskiden bir yaratıcıdan beklediğimiz şeyleri şimdi cep telefonu şirketlerinden mi bekliyoruz diye soruyorum. "Bence din ticarileşmiş bir kavram. Teknoloji dini ticarileştiriyor. Dini gereksinimleri yerine getirmek için hazırlanmış pek çok bilgisayar ve cep telefonu programı var. Özellikle Kuzey Amerika'da ve Hindistan'da insanlar din ve teknolojiyi birlikte kullanıyor. Onların dini ritüelleri çok karmaşık. Pek çok program bu ritüelleri hatırlatmak, kolaylaştırmak için kullanılıyor. Yani cep telefonları Yaratıcı'yla temas halinde kalmanızı sağlıyor," diyerek kıs kıs gülüyor. Nokia'nın tasarım yöneticisine herkesin aklındaki soruyu sormadan olmaz. Müzik, fotoğraf, video ve (şirketin en büyük rakiplerinden Apple'ın bu çok tutulan telefonunun ismini duyduğunda sağ kaşı havaya kalkıyor) iPhone'dan sonra, telefonlarda yeni dönem nasıl olacak? "Telefonların ilettiği bilgiler gittikçe daha karmaşıklaşıyor. Kullanılan ve iletilen bilginin mahiyetindeki değişim, telefonların dış görünümlerini de değiştiren bir şey. 10 yıl önce telefonların ekranları ufacık ve siyah-beyazdı. Amacımız da telefonların boyutunu küçültmekti. Şimdi ise amaç mümkün olduğunca büyük ekranlar kullanmak. Yani ekran artık başrolde." Hemen sonra da iPhone'un bunda oynadığı rolü teslim ediyor, gidişatın dokunmatik ve büyük ekranlı 'smartphone'larda olduğunu da.
İNSAN FAKTÖRÜ Bir konuşmasında Miettinen, "Reklamcılığın eskiden sahip olduğu öneme bugün tasarımcılık sahip," demişti. Reklamcılar sigara da dahil olmak üzere her şeyi bize sunup işin ahlâkını hiç sorgulamadan çok güzel paralar kazanmışlardı, şimdi de tasarımcılar insan sağlığına etkileri hâlâ tartışma konusu olan cihazları dayanılmaz güzellikte ürünlere çevirmiyorlar mıydı?
Mad Men dizisini de hatırladığımız bu anda Miettinen, "Tasarımcı olarak büyük etik çelişkiler yaşadığımızı söyleyebilirim," diyor. "Ama çelişki bu işe başlamadan önce yaşanıyor; dünyayı güzelleştirmek istiyoruz ve tasarımcı oluyoruz. Herkese hitap edebiliyor muyuz? Kaynaklarımız sürdürülebilir mi? Elimizde büyük bir güç var. İnsanların bundan faydalanmalarını nasıl sağlayacağız, meselemiz bu." Sohbetin bu noktasında sözü bugün IKEA mağazaları aracılığıyla bütün dünyaya yayılan, bir zamanların modernist tasarımcılarına getiriyorum. Sosyal devletin şekillendirdiği Kuzey Avrupa kültüründen gelen biri olarak tasarıma siyasi bir yaklaşımı da olsa gerek? "Tasarımcılar olarak çalıştığımız şirketlerin geldiği yerel kültürler önemli değil. Global düşünüyoruz. Şirketin merkezi Finlandiya'dadır, ama müşterileri bütün dünyada. Din, siyaset, kültür farkları değil, insan faktörü bizim yaptığımız işi yönlendiriyor. İnsan faktörü dediğimiz şey, bütün kültürü şekillendiriyor, ama biz işin en temeline bakıyoruz. Bir siyasetten ziyade insanın iletişim ihtiyacının özüyle ilgileniyoruz," diyor cevap olarak. Bir telefon tasarlarken teknoloji dışı şekiller, taşlar, meyveler veya başka alakasız biçimler ona ilham veriyor olabilir mi acaba? "Telefonun paradigması bellidir. Telefonlar ve arabalar bu açıdan benzeşir. Temel bir hedefe yöneliktirler, birini bir yerden başka bir yere götürmek için, veya iki kişiyi konuşturmak için... Muza benzeyen bir araba yapabilirsiniz, eğlenceli de olur, herkes ilginç bulur. Ama kimse de onu almaz. Telefonlarda asıl yaklaşım şu: İnsanlar bu telefon şekliyle, rengiyle, teknolojisiyle beni yansıtmalı diyor. Bazen yerel temalardan, bazen değişik fikirlerden yola çıkarak telefon tasarladığımız oluyor." Eero Miettinen'in önünde, kendi tasarımı, oldukça büyük bir boyuta sahip, bir bilgisayar gibi kullandığı Nokia Communicator vardı. Ona hep kendi tasarladığı telefonları mı kullandığını sordum: "Aslında telefonlar söz konusu olduğunda tek bir kişinin yaptığı tasarımlardan bahsetmek mümkün değil. Çok kalabalık ekipler bu telefonları tasarlıyor. Tek bir yaratıcı, merkez yok, ekipler ve iletişim var. Nokia'da pek çok Türk de çalışıyor. Bütün uluslardan insanlar var." Finlandiya gibi insanların konuşmaktan pek hoşlanmadığı, geniş ağaçlık alanlarda kilometreler boyunca tek bir kişiye rastlamadan yürümenin mümkün olduğu bir ülke kültürünün bu iletişim tutkusu gerçekten ilginç. "Konuşacak bir şeyleri olmasa bile insanların konuşabilme imkânına sahip olmaları lazım," diyor Eero Miettinen. Sonra kıs kıs gülüyor ve cappuccino bardağının tasarımına bir defa daha, dikkatle bakıyor.