Gündemin bir türlü kurtulamadığı hanımlardan söz ediyorum efendim. Bir 'yavrulama' tartışması, bir 'yavru' muhabbeti, bir ana ve yavru vatan sevgisi... Değmeyin gitsin.....
Daha evvel de yazmıştım, bazı kadınların nasıl gündemde kalabildiğini anlamak mümkün değil. Bu anlaşılmaz kadınların en başında Yeşim Salkım geliyor. Uzun bir süre boyunca 'yavrulama' zemini üzerinden ilerleyen ve, "Çocuk doğurmak istiyorum, istedim, isteyeceğim," türü demeçler veren, daha sonra, "Akdeniz anemisiyim, maalesef doğum yapamıyorum, yoksa neler doğururdum," limanında demirleyen Yeşim Salkım, arada Uzanlar kartını kullanmaktan da kaçınmıyor, cebinden çıkarıveriyor 'ben eskiden Petrus içerdim testiden' muhabbetlerini... Geçen hafta, sanki sormuşuz gibi, Hakan Uzan ile evli olduğu dönemde çok lüks bir hayat yaşadığını açıklamış Yeşim Hanım: "Eskiden Gucci, Yves Saint Laurent giyiyordum. 3-5 bin dolar verdiğim elbiseleri bir kere giyiyor, sonra askıya asıyordum. Artık marka giymiyorum. Çünkü bu ülkede evine ekmek götüremeyen insanlar var," demiş. Hani kendimizi biraz zorlasak, Yeşim Hanım'ın Uzan ailesine gelin gittiği dönemde memleketin refah içinde boğulduğunu, 'halk ekmek' kuyruklarının falan olmadığını, bu sebeple 3-5 bin dolarlık elbiselerin pekala bir sefer giyilip askıya asılabileceğini zannedebiliriz. Dahası, Uzan Grubu'nun bu işleri, yani ayıptır söylemesi büyük abdesti bile lüks formata uydurma işlerini tamamen 'helal para' akışıyla finanse ettiği fikrine kendimizi kaptırabiliriz. Ya, işte böyle... Yeşim Hanım'a ne tür bir vahiy indiyse artık, eski elbiselerini satmaya başlamış, Yves Saint Laurent'den aldığı 3 bin dolarlık bir elbiseyi 200 liraya satmış mesela. Kim alıyorsa artık...
'KÜÇÜK ZEHRA' VETOSU Kurtulamadığımız bir diğer tekaüt hanım da Hülya Avşar Hanım'dır... Hadi, o neyse de, gözümüzün önünde durmadan kilo almakta olan ve fakat bir türlü büyüyemeyen 'küçük Zehra' dahil olmak üzere aile efradından da bir türlü kurtulamamaktayız. Neymiş, Hülya Hanım Sadettin Saran Bey'le evlenecekmiş de 'küçük Zehra'dan izin çıkmıyormuş, Sadettin Bey 'küçük Zehra' vetosuna maruz kalıyormuş. Yahu, ben bu işlere akıl sır erdiremiyorum saygıdeğer okurlar. Mesela Hülya Hanım ve Sadettin Bey evlenince ne olacak? Şu anda yapmadıkları şeyleri mi yapmaya başlayacaklar? 'Evlilik müessesesi' ortama nasıl bir çeşni katacak? Nasıl oluyor da oluyor? Allah için, ben Hülya Hanım'la ilgili haberlere baktıkça, "İyi ki Romina Power - Al Bano çifti
Türkiye'de yaşamıyor, yoksa 35 sene boyunca magazin malzemesi olmayı sürdürürlerdi," diye düşünüyorum. Efendim, bir
Beyza'nın Kadınları, bir
Mum Kokulu Kadınlar misali, Tosun'un Kabus Hanımları kategorisi açtığımızı ve bu kategorinin altını doldurmaya kalktığımızı düşünürsek,
Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü'yü kategorik bakımdan asla es geçemeyiz; öyle değil mi, ey melül bakışlı okur? Pardon efendim, kendisinin adı geçtiği anda etkisini hissettiriyor üzerimde. Neyse, işte milli hassasiyet insanı Güler Hanım, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli Yüzbaşı Mehmet Z. Öztürk ile Tekirdağ Cezaevi'nde dünya evine girmiş. Cefakâr insanlar için fark etmiyor, iki gönül bir olunca cezaevi, dünya evi haline gelebiliyor. Böyle de bir şekil var... Daha evvel Sedat Peker'le salonsalomanje telefon konuşmaları kamuoyunun önüne serilen Güler Hanım'ın cezaevinde evlilik atraksiyonu elbette bir çeşit Ergenekon'un 'Asena'sı olma girişimi olarak da değerlendirilebilir ama ben yine de iyi niyetli davranıp kendisine buradan mutluluklar ve daha sakin günler dilemeyi tercih ediyorum. Tabii bu mevzular uzun mevzular... Geçenlerde yaşadığımız 'travma' tartışmasına 'light' bir gönderme yapmak icap ederse, şahsıma 'travma' yaşatan kadınlar listesini uzatmam ve mesela, ne alakası varsa ve kim sorduysa, "Artık doğurmayacağım," açıklaması yapan Sibel Can'ı da uzun uzun tartışmaya açmam mümkündür. Gelin görün ki, bu geçmek bilmeyen 'çöl sıcakları' altında kimseyi daha fazla bunaltmak istemem. Düşünceli bir kimseyim vesselam...