TÜSİAD'dan "konvansiyon" önerisi
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), siyasetin ve toplumun tüm kesimlerini bir araya getiren bir "Anayasa Konvansiyonu" kurulmasını önerdi.
TÜSİAD YİK Toplantısında dağıtılan "Anayasa Konvansiyonu Nedir, Neden Gereklidir?" başlıklı metinde, Türkiye'de bugüne dek yapılan tüm
anayasaların, olağanüstü dönemlerin ürünü olduğu belirtildi.
1921 Anayasası'nın, Milli Mücadele'yi yürüten Büyük Millet Meclisi tarafından yapıldığı, Cumhuriyet'in kurulmasından kısa bir süre sonra 1924 Anayasası'nın hazırlandığı anımsatılan belgede, 1924 Anayasası'nın uzunca bir süre yürürlükte kaldığı, yapılan değişikliklerle birlikte çok partili hayata geçilmesinden sonra dahi uygulandığı kaydedildi.
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile başlayan sürecin, 1961 Anayasası ile sonuçlandığı, 12 Mart 1971'deki askeri muhtıra sonucunda, zaman zaman 1971 Anayasası olarak da adlandırılan ve köklü anayasa değişiklikleri içeren düzenlemeler yapıldığı anımsatılırken, 12 Eylül 1980'deki askeri müdahale ile birlikte 1982 Anayasasının doğduğu kaydedildi.
TÜSİAD'ın hazırladığı belgede, halen yürürlükte olan 1982 Anayasası'nın, hem hiçbir toplumsal/siyasal kesimin oluşumuna katılamaması, hem de demokrasi seviyesi bakımından asgari standartların altında otoriter karakteri nedeniyle, neredeyse hiçbir siyasi hareketten kabul görmediği belirtilirken, bu memnuniyetsizliğe karşın, farklı siyasi görüşlerin uzlaşamaması ve eylem birliği yaratamamış olması nedeniyle yerine yenisinin de konamadığı vurgulandı.
Cumhuriyetin kuruluşunda bu yana, Türkiye'de -Devletin kuruluşu ayrı tutulursa- demokrasinin sekteye uğraması gibi olağanüstü durumlar dışında, yeni bir anayasa kaleme alınmadığının altı çizilen metinde, şunlar kaydedildi:
"Anayasaların 'toplumsal sözleşme' olma niteliği, hazırlanan metnin toplumda ve dolayısıyla siyasette kabul görmesi açısından katılımın
önemini artırmaktadır. Hazırlık sürecinde katılımın sağlandığı bir anayasa, siyasal krizlere dayanıklı ve uzun ömürlü olacaktır. Bir anayasanın, daha en baştan bazı kesimlerce reddedilmesine yol açacak bir hazırlık dönemi sonrası için sağlıklı değildir.
Bunlara ek olarak, yürürlükte çeyrek asrı tamamlamış 1982 Anayasası'nın defalarca değişikliğe uğramış olmasına karşın hala sorunlarla dolu olduğu müşahede edilmektedir. Daha özgürlükçü doğrultuda yapılan
değişiklikler ile aynı kalmış otoriter maddeler uyumsuzdur. Metnin ruhundaki otoriter karakter, yapılan tüm değişikliklere rağmen ortadan
kaldırılamamıştır. Ayrıca, Anayasa uygulandıkça, kendi iç tutarsızlık veya muğlaklıkları da ortaya çıkmakta ve sert siyasi tartışmalara yol
açabilmektedir."
Metinde, 1982 Anayasası'nın, çağdaş bir demokratik bir anlayışı yansıtan bir metin olmadığı, bu çerçevede, Türkiye'de yeni bir anayasa hazırlamak
artık zorunlu hale geldiği, bunu gerçekleştirmek için de siyasetin ve toplumun tüm kesimlerini bir araya getiren bir "Anayasa Konvansiyonu"nun kurulmasının gerekli olduğunun altı çizildi.
''TÜRKİYE İÇİN "ANAYASA KONVANSİYONU" YAPISI UYGUN
Konvansiyon kelimesinin sözlük anlamlarından birinin, bir anayasanın değiştirilmesi veya hazırlanması için bir araya gelen heyet olduğu, ABD
Anayasası'nı oluşturan kurulun "Philadelphia (Federal) Convention" olarak anıldığı gibi, AB Anayasası'nı hazırlamakla görevli oluşumun
isminin de "European Convention" olarak geçtiği hatırlatıldı.
Dünyada son 30 yılda yapılan yeni anayasalar için çeşitli yöntemler kullanıldığı, Anayasayı yapacak kurul için seçim yapmak, mevcut yasama
meclisini kurucu meclis addetmek veya anayasa metni hazırlaması için sıra dışı yapılar oluşturmak uygulanmış yöntemler olduğu açıklanan
belgede, Türkiye için aşağıda çerçevesi çizilen "Anayasa Konvansiyonu" yapısının uygun olacağı belirtildi.
Metinde, şunlar kaydedildi:"Anayasa Konvansiyonu, TBMM'de temsil eden siyasi partileri, anayasal düzeyde kurumsal çoğulculuğun temellerini teşkil eden yargı organları, toplumun kendini ifade ettiği temsil gücünü haiz gönüllü sivil toplum kuruluşlarını ve anayasa hukukçularını bir araya getirecektir. Böyle bir yapı, hazırlanacak metnin hem kamuoyu tarafından benimsenmesini, hem de siyasal krizlere dayanıklı olmasını temin edecektir.Konvansiyon'a başkanlık etmek için en uygun makam TBMM Başkanlığıdır. Meclis Başkanı başkanlığındaki Konvansiyon'un üyelerinin 3/5'i Meclis'te temsil edilen siyasi partilerin temsilcilerinden oluşmalıdır. Konvansiyon'un üye sayısı 50 civarında belirlenirse, çalışmalar daha verimli ve hızlı yürütülebilecektir.
Konvansiyon, belirlenmiş bir süre -örneğin 18 ay- çalışarak uluslararası standartlara uygun yeni bir anayasa metni azırlayacaktır.Konvansiyon'un hazırlayacağı metin, Meclis'teki milletvekillerinin imzasına açılacaktır. Böylece metin, bir anayasa değişiklik teklifi halini alacak, 110 milletvekilinin imzasının toplanmasının ardından, önce TBMM Anayasa Komisyonu?na sonra Genel Kurul'a sevk edilerek, olağan yasama sürecinden geçecektir. Bu süreçte Konvansiyon, toplumsal bir uzlaşma zemini olarak görevini tamamlamış olacaktır.Konvansiyon'nun kurulması için öncelikli koşul; siyasi partilerin, yeni bir anayasanın geniş bir katılımla yapılması gerektiği konusunda ortak bir noktada buluşmasıdır. Konvansiyon'un yasayla kurulması sağlandığı takdirde, bu girişimin başarı şansı da yüksek olacaktır."
KOÇ: VAHİM BİR AKIL TUTULMASI YAŞANIYOR
Öte yandan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç, "Şu veya bu kesimin içinde yaşadığımız durumdan daha az sorumlu olduğunu düşünmüyoruz. Aksine ülkemizdeki birçok siyasetçinin hiçbir dönemde olmadığı kadar vahim bir 'akıl tutulması' yaşadığına inanıyoruz" dedi.
TÜSİAD YİK Toplantısının açılışında konuşan Koç, zor bir dönemden geçildiğini ve herkesin, ekonominin, demokrasinin, kurumların bu dönemi yara almadan atlatması konusunda ağır bir sorumluluk hissettiğini kaydetti.
Ülkenin ve toplumun, 80 yılı aşkın bir süredir değişim içinde olduğunu, bu durumun, aynı dönemde dünyanın da baş döndürücü bir hızla
değişmesinin sonucu olduğunu aktaran Koç, dünyaya ayak uydurabilmek için değişmekten başka çare olmadığını, bu yorucu bir süreç olduğunu, bugüne kadar Türkiye'nin çok başarılı olduğunu söyledi.
Koç, şunları kaydetti:"Oldukça sert tartışmalardan geçmekle beraber, yine de bir milleti millet yapan temel özelliği korumayı başardık: Tasada ve kıvançta ortaklık ve aynı kaderi paylaşmak. Bunun sayesindedir ki, 'az gelişmiş' bir ülke olarak anılmaktan, 'gelişmekte olan' bir ülke olarak anılmaya geçebildik. Ait olduğumuz grup içinde en yüksek potansiyele sahip, geleceği en parlak ülkelerden biri olarak görülmeye başlandık. Şimdi gözümüz daha yükseklerde...Ne yazık ki toplum olarak bu durumun gerektirdiği bir ruh hali içinde değiliz. Başarıyı ufukta görünce birbirleriyle kavga etmeye başlayan ortaklar, babalarının mirasını paylaşamayan kardeşler gibiyiz. Sanki her birimiz başka bir yöne gitmek istiyoruz. Bu gerçekten böyle mi? Aslında değil.Bugün sokaktan herhangi birini çevirip nasıl bir gelecek, nasıl bir Türkiye hayal ettiğini sorun. Size karnını tasasız doyurduğu, gelecek endişesi duymadığı bir ülkeyi tarif edecektir. Çocuklarına eşitlik, adalet, sevgi ve şefkat duygularını aşılayabildiği, gelişmiş vatandaşlık haklarından ve iyi yaşam standartlarından yararlandığı bir ülkeyi anlatacaktır. Bunun ifadesi olarak ortaya konan örneklerin, gelişmiş ülkelerin yaşam tarzını çağrıştırdığı görülecektir.Bugün açıkça görüyoruz ki; bu ülkenin insanları, artık 'gelişmekte' olmaktan 'gelişmiş' olmaya terfi etmek istiyor. Hepimizin özlemi bu değil mi' Sahip olmaktan mutluluk duyacağımız ortak kader bu değil mi? Öyleyse bunca yıldır güçlükle elde ettiğimiz kazanımları tehlikeye düşüren, demokrasimizi ve ekonomimizi erozyona uğratan, sistemimizi ayakta tutan kurumları yıpratan, Türkiye'yi dünyadan soyutlamaya çalışan bu siyasi söylem ve eylemleri nasıl izah edeceğiz? Siyaset sahnesindeki bu kör dövüşüne nasıl anlam vereceğiz?Şu veya bu kesimin içinde yaşadığımız durumdan daha az sorumlu olduğunu düşünmüyoruz. Aksine ülkemizdeki birçok siyasetçinin hiçbir dönemde olmadığı kadar vahim bir 'akıl tutulması' yaşadığına inanıyoruz.Siyasetin kısa vadeli, dar kalıpları içine sıkıştırılan tartışmalarla, çatışmalarla ülke zaman yitiriyor, enerjimiz boş yere tüketiliyor.
Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için şunun altını kuvvetle çizmeliyiz: Bugün ülke sathına yayılmış biçimde tartışılan, yalnızca siyaset sahnesini değil, tüm toplumu kamplara ayırmaya başlayan konuları önemsemediğimizi söylemiyoruz. Tartışmayı bırakıp işimize bakalım demiyoruz. Farklılıklarımızı yok eden, tek tip bir toplum özlemini dile getirmeye çalışmıyoruz. Aksine, sorunlarına sahip çıkan, onları tartışan, çözmeye çalışan farklılıklarını bir zenginlik olarak görüp onları koruyan bir yapıya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.Ancak, farklılıkların ve tartışmaların birbirini ve ülkeyi tüketen bir karakterde değil, gelişmenin lokomotifi olacak, bize hedeflerimize ulaşmada yardımcı olacak, yapıcı bir biçimde yaşanması gerektiği kanaatindeyiz. İşte bu nedenle, diyalog ve mutabakat bizim için içi boş sözcükler değil, geleceğimizi şekillendirecek hayati kavramlardır. Ama önce şu 'akıl tutulması'ndan kurtulmak zorundayız."
AA
Yayın tarihi: 19 Haziran 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/19//haber,E3360B65C13C4CAEB687A9DDDE16DB02.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.