Geçen günlerde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 94 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı tedavi edildiği Marmara Üniversitesi Eğitim ve Uygulama Hastanesi'nde ziyaret ederek 'Kültür ve Sanat Hizmet Ödülü' ile bir demet çiçek sundu. Günay'ın 60'lı yılların öğrencilik günlerinde, Dağlarca'nın Aksaray'daki Kitap Kitabevi'nin vitrinine astığı
Duvar gazetesindeki şiirlerini okuyup, o günleri hatırlaması, beni de o günlerin anılar dehlizine sürükledi. O günlerde belki de Bakan Günay ile Kitap Kitabevi'nin vitrini önünde durup
Almanya'da Çöpçülerimiz,
İkili Anlaşma Anıtı,
Horoz ve benzeri şiirleri birlikte okumuştuk. Dağlarca'nın da dediği gibi "Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir." Zaman hangi zamandır, pusula şimdi hangi yönü işaret ediyor? Kim bilir? Dağlarca ile Kitap Kitabevi vitrininde başlayan tanıklığım, sonraki yıllarda benim de şiir kitaplarımı yayımlayan Cem Yayınevi'nde bir anlamda arkadaşlığa dönüştü. Dağlarca ile röportajlar yanında
Horoz başta olmak üzere kimi kitaplarının düzeltmenliğini de yaptım. Cem Yayınevi, 70'li yıllarda bir kitap kulübü kurmuştu ve tanıtımı için de
Güvercin başlığıyla bir kitap dergisi yayımlıyordu. Dağlarca,
Güvercin dergisinde ilk kitabı
Havaya Çizilen Dünya'nın hikâyesini şöyle anlatmıştı: "Kitabı, daha Harbiye sıralarında hazırladım. Subay çıktığım 30 Ağustos 1935 tarihinde de yayımlandı. Adı
Havaya Çizilen Dünya olan kitaptan, bugün elimde sadece iki nüsha kalmıştır. Ortaokulun son sınıfında babam beni Kuleli'ye yazdırmak, subay yapmak istedi. Bir öğle yemeğinde bu konu açıldı. Liseyi, üniversiteyi okumak istemiyordum. Eğitimimi yurtdışında sürdürmekti amacım. Peçetemi efendice masaya koydum. Duvarda üst üste konmuş Kur'an'lar vardı; en üsttekini, bir tırnak büyüklüğünde olanı, annemin sınav günleri için cebimize koyduğu küçük Kur'an'ı sandalye üstüne çıkarak aldım. Öptüm üç kez. 'Ben subay olmayacağım,' dedim. Oturdum yerime. Yemeğime başladım. Babam, o düzenli aile yaşamımızda karşılaştığı bu tek başkaldırıyı şaşkınlıkla izledi. Kalktı ayağa, gitti, Kur'an'ların en alttaki, en büyüğünü aldı. Öptü üç kez. 'Ben seni subay yapacağım,' dedi saygın sesiyle... İşte subay çıktığım gün, kendi paramla yayımladığım
Havaya Çizilen Dünya, Kuleli'de 11. sınıftayken yitirdiğim babama sevgilerle dolu bir sesleniştir."
Havaya Çizilen Dünya'nın yayımlanışından bu yana Dağlarca'nın kitaplarının sayısı yaşından daha fazla... Bir başka deyişle yaşamı boyunca, neredeyse şiir yazmadığı bir gün dahi yok. 10 Ocak 1988'de
Cumhuriyet Dergi'de yayımlanan bir konuşmamızda "Gün nedir?" sorumu şöyle yanıtlamıştı: "Kiminin günü 24 saattir, kiminin günü birçok 24 saat. Gün, hepimiz için eşit olsa kimse kendileyin olmazdı. İnsanlar kendi akşamlarından kendi akşamlarına günlerini tamamlarlar." "Peki, şiirin günü?" dediğim zaman da şu yanıtı vermişti: "Yazı yazmak, yazı derken şiir dediğimi biliyorsun, kişinin özel vaktidir. Ben bu özel zamanımın hep içindeyim." Şiire adanmış 100 yıla yaklaşan bir zamandır Dağlarca'nın hayatı... Özel konuşmalarında, kalem tutacak iki parmağıyla gören tek gözü kalana kadar şiir yazacağını söyleyen Dağlarca'ya nice sağlıklı yıllar diliyorum.
Bugünkü Tüm Yazıları
Şiir, şairin özel vaktidir
Yayın tarihi: 3 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/03/ct/haber,DD11C572916E4E2F81F0552F3AFDD4AD.html
Tüm hakları saklıdır.