kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Nisan 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Uçurtma Avcısı, tarihi işgaller ve şiddetle dolu Afganistan’da geçen çarpıcı bir hikâye.

Afganistan'da da Uçurtmayı vurmasınlar!..

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
22.03.2008
Amerikan sinemasını birden sarıveren ve özellikle dünyanın Asya, Ortadoğu gibi belalı yörelerine bir bakış atan siyasal filmlere yeni bir katkı. ABD'nin artık çok uzak ülkelerdeki alabildiğine farklı kültür ve değerlere sahip insanları da tanıma arzusunun bir diğer dışavurumu. Ve bu zincirin görkemli, etkileyici, unutulmaz olmaya aday bir halkası. Her ne kadar Oscar'larda adı anılmamış ve en azından ABD dahilinde kendisine geniş bir seyirci kitlesi bulmamış olsa da... Afgan yazar Khaled Hosseini'nin (Türkçede bu herhalde Halit Hüseyni oluyor!) çok satan (ve bizde de yayımlanan) Uçurtma Avcısı adlı romanı, hiç şüphe yok ki tümüyle yaşanmış bir öyküye dayanıyor. Kabil'de Afgan orta sınıfından bir ailenin küçük oğlu Emir, babası, onun yakın dostu Rahim Han, uşakları Ali ve onun küçük oğlu Hasan'la birlikte sorunsuz gözüken bir çocukluk geçiriyor. Bu masum günlere gölgesi düşen başlıca olay, ülkedeki Hazara denen ve has Afganlar tarafından küçük görülen ırka mensup olan Hasan'ın tehdit ve hakaretlere uğraması. Daha sonra, malum Rus işgali çıkageliyor. Azılı bir komünist düşmanı olan baba, Emir'i alıp Pakistan'a kaçıyor. Ali ve Hasan ise, filmde göreceğiniz nedenlerle zaten daha önce evden çekip gitmişler, baba çok eski bir çalışanından, Emir ise can dostundan yoksun kalmıştır. Pakistan'dan ver elini ABD... Ve orda, ayakta çalışmaya dayalı yeni ve mütevazı bir yaşam. Ama bunlar Amir'in yazarlık düşlerini bozmuyor. O, sonunda ünlü bir yazar olacaktır: Belki de Uçurtma Avcısı'nı yazan yazarın bizzat kendisi... Bu harikulade film, birçok ögeyi bir araya getirerek özgün bir karışıma ulaşıyor. Bir yanıyla, görkemli bir aile melodramı bu. Emir ve Hasan'ı birbirlerine bağlayan büyük sır, ancak filmin finalinde ortaya çıkacaktır: Aile dostu ve her şeyi bilen Rahim Han sayesinde... Bu, aynı zamanda son yıllarda büyük bir olgu haline dönüşen ve Asya'daki siyasal gelişmelerin kışkırttığı bir Batı'ya (özellikle de Amerika'ya) doğru büyük göçün ve bunun yarattığı, iki çok farklı uygarlığın arasında kalmış genç insanların öyküsüdür. Ama filmin belki en önemli yanı, tüm bu insanlık dramlarının, bu kişisel kader öykülerinin bir büyük siyasal trajediye arka fon olarak kullanılışındaki ustalık. Hem hikâye, hem de görsellik olarak... Afganistan'daki Peştun ve Hazara çekişmesi, her ülkenin payını aldığı o 'çağdaş virüs' ırkçılığın bir başka örneği. Ama asıl sorun, bu yoksul, ama gururlu ülkenin bir dönemin Sovyetleriyle ABD'si arasında atış alanı olması. Ve daha sonra da İslam'ın en ödünsüz uygulayıcısı Taliban'ın eline düşmesi. Filmde Taliban uygulamalarına dair -bilmem, belki biraz abartılmış- birkaç sahne, insanın yüzünü kızartıyor ve nerdeyse onlarla aynı dine mensup olduğumuzdan utanır hale geliyoruz. Yalnızca, kendilerine özgü biçimde yorumladıkları şeriatın en diplerinden bulup çıkardıkları uygulamalar için değil. Aynı zamanda, dışladıkları kadının yerini alan küçük çocukların haince kullandıkları bedenleri için de... Bir bölümü gerçek Afganistan'da çekilmiş olan filmde, ülkenin içler acısı yoksulluğu, sefalet ve perişanlığı, artık sözü gereksiz kılıyor: Çağımızda, hem de bilinen Batı müdahelesine ve yardımına karşın, nasıl böylesine isyan ettirici bir durum devam edebiliyor? Ve de elbette sinemanın gücü. Yalnızca inanılmaz derecede başarılı, çocuk ve büyük Afgan oyuncuların bulunup, filmin dörtte üçü boyunca onlara Afgan dili konuşturmadaki gerçeklik çabası değil. Aynı zamanda, Kabil çekimlerinin imkânsızlığı karşısında, birçok sahneyi Çin'deki eski Türk kenti Kaşgar'da çekmenin başarısı. Ve hele, o uçurtma sahneleri... Yitip gitmiş masum bir çocukluğun son sığınağı, cehennemin içindeki tek cennet köşesi olan o mutluluk anı... O yoksul kentin düz damları ve kerpiç duvarları üzerinde yükselen rengârenk uçurtmalar ve onların usta çocuk ellerinin yönettiği yarışması, sinema sanatının yarattığı en güzel sahnelere dönüşüyor. Evet, Uçurtmayı Vurmasınlar. Tunç Başaran'ın güzel filmini anmanın tam sırası değil mi? Keşke uçurtmaları vurmasalar, inanç adına en kanlı cinayetleri, en büyük insanlık suçlarını işlemeseler... Ama bu düşmanlık, bu acımasızlık ve hoşgörüsüzlük çağında, tüm bunlar devam ettikçe, kendine insan diyenlerin rahat bir nefes alması ve vicdanı rahat bir uyku çekmesi mümkün mü?

UÇURTMA AVCISI * * * *
(The Kite Runner)/ Yönetmen: Marc Forster, Senaryo: David Benioff, Görüntü: Roberto Schaefer, Müzik: Alberto Iglesias, Oyuncular: Khalid Abdalla, Atossa Leoni, Shaun Toub, Zekeria Ebrahimi, Nabi Tanha/ UİP yapımı.