Şehir değil açıkhava müzesi: Barselona

Henüz ne bir leyleği havada gördüm ne de yaz geldi. Ama baharla birlikte burnumda tüten portakal çiçekleri kokusunun peşine takılıp, sırt çantama bir gezi rehberi attım ve yine yollara düştüm. İstanbul gibi insanı günlük aksilikleriyle bin misli yoran bir şehirden çıkıp, başka bir şehrin kaosuna girmeye hiç niyetli değildim. Ama müzeleri, kiliseleri, tarihi evleri, parkları, 100 yıllık konser salonları, lokantaları, barları, pastaneleri, akvaryumuyla bir açıkhava müzesi gibi olan Barselona'ya gitmenin, herhangi bir şehre gitmek anlamına gelmediğini, gören bilir. Şehrin altındaki 42 kilometrelik hattıyla Barselona'ya nefes aldıran ve üç dakikada bir tıkır tıkır işleyen metrosuyla ne trafik derdi vardır, ne egzos kokusu, ne de birbirine çarparak yürüyen insanları... Sadece kuyrukta beklemeyi göze almanız gerekir, o kadar. Şehrin en önemli sanat koleksiyonunun yer aldığı Katalonya Ulusal Müzesi ya da Picasso Müzesi'ne, görkemli birer sanat eseri niteliğindeki mimar Gaudi'nin yaptığı evlere, Barselona'ya trenle iki saat uzaklıktaki Figueres'teki Dali Müzesi'ne, meşhur mezeleri 'tapas'ları, lezzetli pilavları 'paella'ları yüzünden bazı restoranlarına bile girmek için kuyrukta beklemekten başka şansınız yok. Japonya'dan Amerika'ya kadar her yıl milyonlarca sanat ve yemek meraklısı turist, sadece bunlar için dört mevsim Barselona'ya akın ediyor. İspanya'nın Katalonya bölgesinin gözbebeği Barselona, uçakla İstanbul'a sadece üç saat uzaklıkta... Gözlerinizi iyi açın, rahat bir ayakkabı giyin ve iyi bir gezi rehberi edinin... Çünkü bir sanat tarihi yolculuğu sizi bekliyor.