Son günlerde dudaklarımdan şu sözcükler dökülüyor: "Allah'ım sen aklımı koru!" Nedeni de malum; 'Çocuğun varsa, bakıcı sorunun var.' Çocuklara bakıcı bulmak başlı başına bir sorun. Bakıcı bulduğun zaman da bakıcının kendisi ayrı bir sorun. Yedi ay önce dünyaya gelen Kaan ve Kerem'den sonra, bakıcı aramaya başladık. Aradık, taradık ve en sonunda da oturma ve çalışma izni olan yabancı uyruklu bir kadın bakıcı bulmayı başardık. İki kişiyken bir anda beş kişilik bir aile olduk. Aile olduk olmasına da, çocukların bakıcısına biz 'iyi bakamadık!'
MEĞER FİNGİRDEKMİŞ! Kadını haftalık izne gönderdiğimiz zaman sokaktaki manava, kasaba ve taksi şoförlerinin hepsine birden 'fingirdemiş'. Bir gün sabahın kör vaktinde cep telefonum acı acı çaldı. Kadının biri ağzımı açmama fırsat vermeden, "Seni o... kadın. Kocamdan ne istiyorsun?" dedi. Yatakta, tavşan gibi öyle bir zıpladım ki, o sırada bizim hanım uyandı. "Ne oldu?" dedi. "Telefondaki kadın, kocasıyla bir ilişkim olduğunu söylüyor" dedim. Karım gülmeye başladı. Telefondaki kadına dedim ki; "Kocan eşiğin öte tarafına geçenlerden mi?" Kadın sesimi duyunca, "Sen de kimsin?" dedi. Aradığı numaranın sahibi olduğumu söyledim. O da bana kocasının devamlı bu numaradan arandığını söyledi. Sonra anladım ki; bizim bakıcı kadın, benim telefonumla gizliden gizliye 'iş!' pişiriyormuş. Kadını o gün evden kovdum.
ALTIN DİŞLİ BAKICIM! Bir arkadaşımın referansıyla oturma ve çalışma izni olan başka bir kadın bulduk. Oturma ve çalışma izni diyorum çünkü piyasa, kaçak çalışan yabancı uyruklu kadınlardan geçilmiyor. Her neyse... Kadın işe başladı ama tek bir kötü tarafı vardı. Dışarıdan söylediğimiz yemeğin 'plastik tabağını, çatalını ve kaşığını' yıkayıp, dolaba kaldırıyordu. Ama Allah'ı var, bir önceki bakıcımız gibi fingirdek birine hiç benzemiyordu. Derken birkaç gün sonra yatılı misafirliğe bir yakınımız geldi. Onların da bizim gibi yeni doğmuş bir bebeği ve yabancı bir bakıcıları vardı. İki gün bizde kaldılar. Bir sabah evin içinde yankılanan çığlık sesiyle hepimiz uyandık. Salona koştum. İki kadın; saç saça, baş başa birbirleriyle kavgaya tutuşmuş. Zar zor ayırdık. O sinirle ne olduğunu sordum. Bizim bakıcı demez mi ki; "Dün yemek yerken düşen altın dişimi çalmış!" Diğer bakıcı kadın salonun ortasına çantasını boşalttı. "Bakın" dedi. "Çantamda altın diş yok!" Bu sefer hepimiz başladık evde altın diş aramaya. Bulamadık. Kadına 'porselen diş' sözü verdim de, ancak öyle bu işten yırtabildik. Bir gün işten eve döndüm. Salonda, 'çam yarması bir herif' oturuyor. Karıma bakıp, "Kim bu adam?" dedim. Karım da o dönem 'loğusa'. İki bebeğe süt yetiştirmeye çalışıyor. Bana dedi ki: "Bizimkinin kocası! Kalacak yeri yok. Bizde birkaç gün misafir olacak." Adamın yüzüne bakıp, karıma sinirli sinirli "Peki" dedim. Ama gelin görün ki adam, üç gün geçti evde. Bir hafta geçti evde. İki hafta geçti adam yine evde! Karıma dedim ki; "Bu adam evden gitmeyecekse, bari biz başka yere taşınalım!"
KOCAM DEDİĞİ ADAM Karım dedi ki: "Aman sus! Zaten iki bebeğe yetişemiyorum. Adam nasıl olsa bugün yarın gidecek evimizden." Belki inanmayacaksınız ama adam tam tamına 'üç hafta' bizimle yaşadı. Ona kalsa gitmeye de hiç niyeti yoktu. En sonunda sigortalarım attı. Kadınla kocasını evden kovacaktım ki, o gün ben işteyken bir olay oldu. Kadın kocasına hamile olduğunu söylemiş. Adam da, "Vay sen nasıl olur de hamile kalırsın" diyerek kadını bir güzel dövmüş. O sinirle eve geldim ve ikisini de kovdum. Sonra tesadüfen öğrendik ki adam kadının 'iş!' tuttuğu 'lavuklu!'suymuş. Sonuç: Bakıcılardan yana gülmedi yüzüm. Çocuklar kucağımızda kaldı, bakıcı lazım iki gözüm... Of anam of! Çocuğu varsa, insanın bir de bakıcı sorunu varmış.
Yayın tarihi: 2 Mart 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/02/gny/akyuz.html
Tüm hakları saklıdır.