Şimdi başka biri olsa
"Başlarken..." diye başlık atar, ya da düpedüz
"Merhaba" falan...
Belki de lafa bodoslamadan girer, ben azıcık gezineceğim.
Hani
"Yuvaya Dönüş" ya da daha fiyakalısı,
"Kuş Yuvası" falan da olabilirdi. Yuvaysa bizim de yuvamız, Sabah'ın kapısından arkadaşlarla helalleşip çıkarak o ünlü televizyon serüvenine atılalı tam on altı yıl iki ay oldu.
Her neyse, reklamlarda da görmüş olduğunuz sakallı şişko huzurlarınızdadır. Hoş bulduk efendim.
Eskiden böyle değildik tabii, tüfek gibi çocuktuk. Çenemiz laf yapmakla kalmaz, elimiz kalem de tutar. Ayrıca oturdum hesapladım, bugüne kadar kabaca on sekiz bin yazı yazmışım, Şaka değildir.
Ama
"Televizyona çıkmadan önce ne iş yapıyordunuz ağabey" diye soruyorlardı, ben de
"Cağaloğlu'nda köftecilik yapıyordum, beni keşfettiler" diyordum, üzerine sazan gibi atlayanlar oldu,
"bak bak, herif köfteci kökenliymiş, kendi ağzıyla söyledi" ...
Aklıma Serge Reggiani'nin o eşsiz, o unutulmaz şarkısı
"İtalyan" geliyor, hani şu, evden sigara almaya çıkıp on sekiz yıl sonra dönen adamın öyküsü...
"Açın kapıyı" diyordu, açtılar işte.
(Yazar
"birikimli" ya, ille bir ukalalık edecek...)
Demek isterim ki,
"asgari" bir genel kültür ve belli bir zeka düzeyine sahipseniz, hoş bulduk efendim. Ötekilerle hiçbir zaman hoşlaşmadık ki...
Ayrıntılı bilgiyi de Wikipedia'dan falan alabilirsiniz, tanıyanları sıkmayalım. Tanımayanlarla da kısa sürede tanışırız.
Hemen söyleyeyim: Geldim gördüm, burası hiç de öyle çamur attıkları gibi
"dinci minci" falan bir yer değilmiş. Herkes benden şık ve çağdaş, ben tapon kaldım. Babıali puştlarının çıkardıkları söylentilere inanmayınız.
(Beklentileri de yerine getirdik, adam
"küfürbaz yazar" ya, işte küfrünü de etti.)
Sonra da, gelenek olmuş, özelliklerimizi sıralayalım:
Bu satırların yazarı, hiç öyle
"kanaat önderi liberal aydın" falan değildir, yalnızca gazeteci ve yazardır, o kadar.
Dolayısıyla, kimseyle
"ittifak mittifak" kurmaz, sonra da
"ellerim kırılsaydı" diye ağlamaz.
"İkinci cumhuriyetçi" falan hiç değildir, ama numarası kaç olursa olsun, cumhuriyetin yanlışlarını dile getirmek de görevlerinden biridir.
Bu satırların yazarı, gerçekleri yazar, üstüne aklının erdiğince, dilinin döndüğünce kendi yorumunu da katar, işi budur. Bilinmeyeni bildirir, görülmeyeni gördürür, bu arada güldürüp eğlendirir. Latin yazarı Horatius'un
"prodesse et delectare" ilkesini uygular: Keyif vererek yararlandırmak.
Fakat yalancılık etmez, amigoluk yapmaz, gazete köşesinden memleket yönetmez, hükümet kurup hükümet devirmez.
O gerçeklerin kimin işine gelip kimin işine gelmeyecekleri, kime yarar kime zarar sağlayacakları da onu hiç ilgilendirmez!
Yüreği yufka, dili sivridir. Yaşı elli altıdır. Kereviz sevmez.
Öyleyse, aklıma şimdi de Woody Allen'in o eşsiz, o unutulmaz
"Radyo Günleri" filmindeki maskeli süvari geliyor, lafını azıcık değiştirerek: Savulun cahiller, kafasızlar, bağnazlar! Ala ala hey!
Bu kadar lafazanlık da sanırım bir
"ilk yazı" için yeterli olsa gerektir, bir pazar sabahına pek yakışmayan kuru bir yazı oldu, siftahtır, bağışlayınız.
Tekrar hoş bulduk efendim. Umarım siz de hoş gördünüz.
Yayın tarihi: 24 Şubat 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/24//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.