Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi, yerleşik adıyla Sultanahmet Cezaevi'nin kapı altında duruyorum. Önümde boş bir avlu. Duvar dibine sinmiş bir köpekten başka canlı yok. Avlunun çevresi demir parmaklıklı pencerelerle çevrili. Pencerelerde de hiçbir canlının izi yok. Köşedeki kulenin yan tarafından Ayasofya'nın kubbesi ve minareleri gözüküyor. Zaman, geriye doğru akıyor. Nâzım Hikmet, A Blok 5. koğuşun penceresinde beliriyor birden... Bir an göz göze geliyoruz. "Bekle," der gibi bir işaret yapıyor. Biraz sonra A Blok'un merdivenlerinde... Ayağında çizgili pijaması. Sol elini pijamanın cebine sokmuş. Tam basamakları inip avluda voltaya başlayacak... Birden müthiş bir uğultu. Demir kapılar olanca gücüyle birbirine çarpıyor... Martılar ve güvercinler çığlık çığlığa... Pencere demirlerinde zincir şakırtıları... Bir dayanılmaz kıyamet... Bulutlar kararıyor, kırmızı kiremitler havada uçuşuyor, duvarlar çatırdıyor. Avlunun ortasındaki bir avuç su birikintisi yalnız sessiz... Bir o sessiz... Ağır, hantal, demir kapılar... Zincir sesleri... F Blok'un üst katı. Bir koridora açılan koğuşlar... Koğuşlarda altı kişi kalıyormuş. Kapının karşısında, yukarıda pencereler, pencerelerin demir parmaklıkları önüne yekpare demirden bir levha daha çakılmış. Amaç, dışarısı görülmesin. Ama tutuklular, yekpare demirlerde küçük küçük delikler açmışlar. Bir pencereye tırmanıp bu küçük deliklerin birinden dışarı bakıyorum. İnanılmaz bir manzara... Tam karşıda Haydarpaşa önlerinden Adalar'a kadar müthiş bir Marmara... Duvarlarda hiçbir insan izi yok. Yer yer sıvaları dökülmüş. Sanki yıllarca burada hiçbir insan yaşamamış. Hiçbir insanın eli değmemiş bu duvarlara... Oysa konuşsun istiyorum duvarlar. Kapı üzerinde ışığı söndürülmüş lamba konuşsun. Koğuşun içindeki tuvaletin demir kapısı konuşsun... Demir kapı konuşuyor: "Görüş yok. Havalandırmaya çıkarmıyorlar. Her koğuşta altı kişi birden sarılırdı demir kapılara. İçerideki tuvaletin kapısına. Bütün güçleriyle vururlardı kapılara. Bütün cezaevi kapıların gürültüsüyle sarsılırdı: Vuooo, vuooo, vuooo." El feneriyle kapı arkalarındaki küçük deliklere bakıyorum. Kim bilir, belki birinde bir zula kalmıştır. Bir isim, bir resim, bir ses... Bunca yıl geçmiş, zulam nerede? Her blok kendi başına bağımsız. Blokların altında hücreler. Hücreler iç içe iki oda. İkinci odanın kapısında bir metreye 10 santimden başka aydınlık girecek bir pencere yok. Nâzım,
Memleketimden İnsan Manzaraları'na bu hapishanede başlamış, Kemal Tahir
Esir Şehrin Mahpusu'nda bu cezaevini anlatmış. Aziz Nesin'den Yalçın Küçük'e, Mehmet Ali Aybar'dan Necip Fazıl'a nice insanın hayat yoldaşı... Kürt İdris gibi nice 'baba'ların... Kim bilir onların da ne anları, anıları vardır? İşte bütün bunların, bütün bu anların, anıların, acıların, hüzünlerin, sevinçlerin, özlemlerin, öfkelerin, kısaca insanı insan yapan değerlerin bir anıtı gibi orada duruyor Sultanahmet Cezaevi... Bir an kapı altında durun ve kapayın gözlerinizi... "Kimi voltada, kimi urganda," onca insanın demir kapı, kör duvar, acı rutubetten süzülen sesi fısıldayacaktır kulaklarınıza Nâzım Hikmet'in şiirini: "Dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm..." Güvercinleri terk etmiş olsa da avlusunu, görün bir an için olsun o insan suretlerini... O şiirin sesini duyun...
Yukarıdaki satırlar 4 Aralık 1989'da
Cumhuriyet gazetesinde yazdıklarımın kısa bir özeti... Sultanahmet'teki o yılların cezaevi, şimdinin oteli yine gündemde... Çünkü otelin ek binaları, Bizans Sarayı bölgesine inşa ediliyor. İnşaatın durdurulması için tarihçiler çağrıda bulunuyor. Tarih, aslında o yıllarda yok edilmişti; 100 yıla yaklaşan 'cezaevi'nin ortadan kaldırılmasıyla... Anne Frank'ın 'kestane ağacı' kadar da mı değeri yok bu ülkenin tarihi varlıklarının? Frank'ın Amsterdam'da yıllar yılı saklandığı evin penceresinden yazın çiçek açan, kışın yapraklarını döktüğü kestane ağacı kurumaya yüz tutmuş. Yetkililer, ağacı hemen demir çemberlerle korumaya almışlar Frank'ın anısına yadigâr olarak... Benim de bir tarihte gördüğüm gibi ağaç o evin ayrılmaz bir parçası... Evi ziyaret edenler, o ağacın fotoğrafını da ekliyorlar anılarının albümüne çünkü... 'Anı'lara saygı duymayanlar, 'an' adına 'bugün' ve 'yarın'ların nasıl sahibi olacaklar?
Bugünkü Tüm Yazıları
Yalnızlığa mahkûm bir cezaevi
Yayın tarihi: 5 Ocak 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/05/ct/haber,15F4FE453D144499A71C3D7FB5CF2782.html
Tüm hakları saklıdır.