Real Madrid Real Mardin olur mu?

Evet efendim, okuyanlar hatırlayacaktır, geçen hafta Seda Hanım'ın Tamer Karadağlı ile başrol oynadığı ve Türk dizicilik tarihinin başyapıtı sayılabilecek Fedai adlı diziden ve dizideki 'yüksek oyunculuk kapasitesi'nden söz etmiştim. Seda Hanım hemen pazartesi günkü ilk programında yazdıklarıma gönderme yapınca çok şaşırdım. Çünkü, kendisine ve siz değerli okurlara hatırlatmak isterim, 26 Temmuz'da Seda Hanım yine sabah programında, cezaevinde bulunan ve oğlunun 'manevi babası' olan bir şahsa, onun çok sevdiği bir şarkıyı doğum günü hediyesi olarak okuyacağını söylemiş ve okumuştu. Tabii o şahsın kim olduğunu açıklamamıştı. Ben üşenmemiş, araştırmış, cezaevinde bulunan Sedat Peker'in de doğum gününün 26 Temmuz olduğunu tespit etmiştim. "Acaba 'manevi baba' Sedat Peker midir?" diye sormuştum. Nedense, Seda Hanım o zaman cevap vermeyi uygun görmedi. Belki şimdi bir açıklama yapar... Sahi, biz eskiden televizyonlarda bir tek 'Atatürk'ün sevdiği şarkılar' programlarına aşinaydık. Ne oldu da böyle 'çete' işlerinden cezaevinde yatan Türk büyüklerine canlı canlı şarkı, türkü gönderme vakalarına geçiş yaptık, bu bir muasır medeniyet göstergesi midir, keşke hep beraber izah edebilsek...

BİR ESRA CEYHAN KLASİĞİ
Neyse sayın okurlar, kendi adıma Seda Hanım'ın her sabah itinayla reklamını yaptığı dizisini ve 'yüksek oyunculuk kapasitesi'ni takip etmeye devam edeceğim, kendisi müsterih olsun... Zaten işimiz bu, takip etmek... Misal, biz ekranları takip etmesek, Mehmet Ali Birand'ın, 'Mardin'de kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Süryani papaz' haberini ısrarla 'Madrid'de kaçırılan papaz' olarak aktardığını nasıl tespit edecektik? Yani insanın dili hep de aynı yerde sürçmez ki! Ne bileyim, arada bir Midyat'a da Mithat dersiniz, falan... Mehmet Ali Birand'a niteliğini veren şey de bu galiba. Yarın öbür gün bir de bakmışsınız, başka bir vesileyle Real Madrid'e Real Mardin demiş!.. Olur mu, olur... Ama açıkçası, ana haber bültenlerinden genel olarak pek hoşlanmıyorum. Zihnim en güzel fotoğrafları gündüz kuşağı kadın programlarından alıyor. Misal, geçtiğimiz hafta içinde bir Esra Ceyhan klasiği vardı ki, hakikaten çok acayipti. Programda canlı canlı sunucu Gül Gölge hamile olduğunu açıkladı, Gönül Yazar ailesinin son dönem trajedileriyle ilgili hiç anlayamadığım bazı ayrıntıları anlatıyordu... Ve konu tam da Gönül Yazar'ın aile efradı etrafında dönen çok acayip magazin hallerine gelmişken, nasıl oldu anlamadım, birden herkes Kerem Alışık'a döndü ve, "Hadi şimdi sen de bir şiir oku," talebi yükseldi. Hatta şöyle söyleyeyim, Gönül Yazar, aynen, "Şöyle güzel bir şiir oku da havamız değişsin," dedi ve tabii kameramanlar artık çok ustalaştığı için, derhal Kerem Alışık'ın, "Allah'ım benim ne işim var burada?" ifadeli suratına 'zoomladı'. Hayır, işin esas acayip yanı, Kerem Bey'in gayet ciddi bir biçimde şiirlerini sıralamasıydı... Benim tam olarak anlayamadığım isimlerden biri de, ekranlardan hep hayret dolu bir ifadeyle gözümüzün içine bakan Kerem Alışık'tır. Yani, Kerem Bey, ne anaya çekmiş, ne babaya. Genetik diye bir ilim varsa eğer, son derece mühim bir oyuncu ya da önemli bir şair olması gerekiyordu. Ama o sanki biri tarafından timsah dolu havuza iteklenmiş, havuzdan çıkmayı başardığı andan itibaren, "Nerede o, nerede o?" diye ortalıkta şaşkın şaşkın koşuşturmaya başlayan bir fıkra kahramanı alenen! Ve o şiirlerden hiç söz etmeyeyim... İsterseniz haftaya da Dobra Dobra programında medyumların 'internette çıplak chat kavgası'nı anlatırım. Ne dersiniz? Sahi, insan hem medyum olacak, hem internette çırılçıplak chat yapacak, hem de kadın programlarına çıkıp bu meseleyi tartışacak. Seviyorum yurdumu, terk edemiyorum...