Bir hafta yurtdışı toplantısının ardından, ülkeme geldiğim ilk gün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'ydı. Uzun yolculuğun yorgunluğuna ve saat farkına karşın, akşam Dolmabahçe Sarayı'nın kıyısından kutlamalara katıldım. Muhteşem ışık ve ses gösterisini, coşkulu kalabalıkla birlikte izledim. Orada, o çoşkunun içinde ruh halini tahlil etmek, bir uzman için bile zordur. O an hissedilen 84 yıllık Cumhuriyetimizdi. Ama gerçekte ülkemin ruh hali nasıldı? 11 Eylül'den sonra kendilerini korumaya iyice yönelmiş, her an gelebilecek bir saldırıya karşı hazır olmaya çalışan, giriş çıkışlarda güvenliği hastalık derecesine getirmiş olan Amerika'daydım. Daha önceden tanıştığım meslektaşlarımın uzun uzun sorduğu, yaka kartımı gören ve hiç tanımadığım meslektaşların ise tanışmadan sorduğu soru: "Ülkemde neler olduğu ve ne hissettiğimiz?"di. Haberlere, gazete manşetlerine yansıyanlara bakarak yanıt vermek, kayıplarımızı, toplumsal tepkileri anlatmak zordu. Kızgın, üzgün, öfkeli, taşkın hepsi... İkinci soru olan "Peki, ne yapacaksınız?" yanıtı daha zor bir soruydu doğrusu. Bir yandan "Ülkemizin bütünlüğünü, insanının hayatını, geleceğini koruma görevi, diğer yandan bu görevi yaparken kızgınlık, taşkınlık ve öfkeyle sorumluluklarımızı doğru dengelemeyi başarabileceğiz," demek gerekiyordu. Öyle yapıldığı zaman, ülkemin ruh hali daha sağlıklı, haklı üzüntüsüyle baş edebilir ve haklı davasını savunabilir hale gelecekti. Uzaklardan hem kendi basınımızı hem de oradaki basını izledik birlikte... Ve meslektaşlarımıza, bizim basının haberlerinden anladıkları gibi, savaşa girmediğimizi, bir terör örgütünün ülkemize zarar vermesini engellemeye yönelik tedbirler alındığını anlatmaya çalıştık. Biz alışmıştık kendi başlıklarımızı okumaya, ama onlar her başlığın tam yazıldığı gibi olduğunu sanıyor ve savaş olan bir yere nasıl geri döneceğimizi merak ediyorlardı. Toplantı konusu çocuk ve ergen ruh sağlığı olunca, biz uzmanların ve yetkililerin bu durumda onları korumak için aldıkları tedbirler merak ediliyordu gelen haberler, bu konuda sağlıklı davranmadığımız yönündeydi. Çocukları terörden ve terör haberlerinden korumak gerektiğine ilişkin basında yer alan sözlerimden sonra gelen tepki mesajlarının bir kısmı ise kayıpların yarattığı depresyonu, yas tutarak, ama sağlıklı hareketler yaparak geçiremediğimizi gösterdi. Çocukları koruma gereğini 'şerefsizlik, vatan hainliği' olarak algılayan ve çocukların şehitlerini, gazilerini bilmesi ile ülkesinin kurtulacağını düşünerek öfkesini bana yönelten kişilerin, doğru adımlar atması, görev ve sorumluluklarını ülke yararına yerine getirmesi zor. Tepkilerini kontrol edemeyenlerin, kendilerine taktıkları takma isimlerin bir kısmı gibi 'yalnız' kalacaklarını ummak gerek. Çünkü bugün döner dönmez gördüğüm; henüz yedi yaşında olan ve tüm askerlerin, kendisinin, ailesinin öleceği, yaşayacağı bir evi olmayacağı paniğini yaşayan çocuklar yaratarak bugünümüzü ve geleceğimizi koruyamayız. Bizim görevimiz onlara, emanet aldığımız bağımsız, yurtta ve cihanda barış ilkesini benimsemiş güvenli bir Cumhuriyet teslim etmek. Biz bunu yapmayı başarabilirsek, onlar da gerek olduğunda ülkelerini koruyacaktır. Sadece bayramımız değil, Cumhuriyetimiz kutlu olsun.
Yayın tarihi: 3 Kasım 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/03/ct/haber,71723734FF064CA3A5273403FDE7E41C.html
Tüm hakları saklıdır.