Kader. Aydın Güven Gürkan ve İsmail Cem'den sonra Türk sosyal demokrasisinin bir başka anıtı, Erdal İnönü de aynı hastalığa yenik düştü. Yazık. İnönü, Türkiye'nin siyasal ve toplumsal yaşamında dirliğin sağlanması için mutlak zorunlu gördüğü iki hedeften de hergün daha a uzaklaşılmasının hüznüyle veda etti.
Bu hedeflerinden biri solun tek çatı altında birleşmesiydi. Diğeri ise Kürt sorununa üniter devlet yapısı içinde çözüm bulunması.
Özellikle ikincisi için siyasette bulunduğu dönemde hem cesur, hem de tarihi adımlar attı.
Örneğin sorunla ilgili ilk raporu onun Genel Başkanlığını yürüttüğü dönemde, 1990 Temmuz'unda SHP hazırladı. Bugün bile güncelliğini koruyan raporda "Ülkenin belli coğrafyasındaki kimlik krizi kaygı verici boyuta ulaştı.
Bölge insanı yabancılaşma içine girdi. Bölge insanına potansiyel suçlu gözüyle bakılıyor. Baskıcı uygulamalar yöre insanına köy boşalttırıyor" saptamaları yapılıyor ve bakın ne öneriler getiriliyordu:
Yasaksız demokrasi özlemi "Anadil yasağı ilkel bir politika. Kaldırılmalı. Tek parti döneminde bile uygulanmadı. Koruculuk lağvedilmeli.
Türkçe'nin resmi dil olarak kalması koşuluyla anadil öğrenimi güvence altına alınmalı. Değişik kültür ve diller için araştırma birimleri ve enstitüler kurulmalı. Kürtler kendilerini hayatın her alanında özgürce ifade edebilmeli."
Demokrasinin yasaklardan arındırılmasını istiyordu İnönü'nün SHP'si.
Bu rapordan bir yıl sonra, 1991'deki genel seçimlerde HEP'ten (Halkın Emek Partisi) 19 adayın SHP listelerinden Meclis'e girmesinin yolunu açtı. Gerekçesi tam bir bilgelik ve siyasal sorumluluk örneğiydi: "
Kürt kökenli vatandaşlarımızın temsilcileri olarak görülmeye başlanan insanların ayrı bir partide değil, bütün etnik yapılara açık bir büyük parti içinde seçilmesi ülkemiz için çok daha yararlı olur. Ülkenin bütünlüğünü tehdit edebilecek ayrılıkları demokrasi içinde önlemenin yolu bence budur."
O kadarla kalmadı. SHP listelerinden parlamentoya gelmiş HEP'lilerden Fehmi Işıklar'ın Meclis Başkanvekilliği'ne, Ahmet Türk'ün Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı'na, Mehmet Kahraman'ın İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı'na, Salih Sümer'in Meclis İdare Amirliği'ne, Mahmut Alınak'ın da SHP Grup Başkanvekilliği'ne getirilmesini sağladı.
Ardından DYP-SHP koalisyon hükümeti döneminde, 1992'de Başbakan Yardımcısı olarak Başbakan Demirel'le Diyarbakır'a gitti. Birlikte "Kürt realitesini tanıyoruz" açıklaması yaptılar. Hem de o günlerde Nevruz kutlamaları PKK'nın kışkırtmaları sonucu onlarca kişinin ölümüne neden olan ayrılıkçı kalkışmaya dönüşmesine rağmen.
Hatadan ders almak Fehmi Işıklar'ın bu yıl başında meslekdaşımız Neşe Düzel'e anlattığına göre, Leyla Zana'nın Meclis'te Kürtçe yemin etmesinin gecesinde İnönü aynen şöyle demişti: Sayın Işıklar, keşke İsviçre gibi olsak. Keşke arkadaşlar anadilleriyle konuşsa ve resmi bir tercüman olsa da, onları dinlesek.
Kuşkusuz kendilerini daha iyi ifade edebilirler ama Türkiye'nin bugünkü koşulları buna elverişli değil. Arkadaşlar bunu anlayamıyor."
Leyla Zana ve arkadaşlarının o gereksiz provokasyonu, Türkiye'ye en az 10 yıl kaybettirdi.
Sözde 1991 olaylarındaki sorumluluklarını artık onlar da kabul ediyorlardı. Örneğin Zana hata yaptıklarını itiraf ediyordu. Ahmet Türk daha üç ay önce, "Ders aldık, 1991'deki hataları tekrarlamayacağız" diyordu.
Ama sözlerini unuttular, yine hata üstüne hata yapıyorlar. Hem de meydan okurcasına.
Erdal İnönü'nün açılımını heba etmeleriyle bu sorunun çözümünde Türkiye'nin "Altın fırsat"ı kaçırmasına neden oldular. Şimdi fırsatın doğmasına bile izin vermiyorlar.
İnönü'nün şu sözü belleklerinde duruyor mu acaba: "Kürt sorunu demokrasi ve insan hakları çerçevesinde çözümlenmeli. Ama üniter devlet yapımızın sürekliliğinin tartışılmasına asla izin vermem. Asla!"
Yayın tarihi: 1 Kasım 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/01//haber,13722E347CD7469395540236E6423744.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.