Türbanın yeni anayasa ile üniversitelerde serbest bırakılmasının ardından başka neler gelebileceğini kestirmek zor değil. İran, Cezayir, Mısır gibi ülkelere bakmak yeterli... Ya rejimi destekleyen Nazlı Ilıcak'ın da başını kapatması istenirse acaba o ne yapacak?.
Bunca yıldır yazıyorum. Okurlarım gerek siyasal/toplumsal içerikli Türk filmleri eleştirilerimden, gerekse bu sayfada son dönemde yazdığım kimi yazılardan, benim özgürlükler konusunda nasıl ve ne düşündüğümü bilir. Bu konuda sonsuza dek hoşgörülüyüm, günümüzde biraz da yapay biçimde oluşan/oluşturulan Cumhuriyetçi/demokrat ayrımında, gönlüm ilke olarak ikincilerden yana... Hiçbir partiyi ve ona oy verenleri küçümsemem, seçim sonuçlarına bakıp halkı küçük görmem, kimseyi ikinci sınıf vatandaş saymam. Her türlü azınlıktan gelen farklı, marjinal, hatta ekstrem (aşırı) düşünceyi de anlamaya çalışırım. Ve işte, herkes gibi benim de karşımda tüm haşmetiyle türban sorunu... Elbette, türbanlıları hor görmüyorum. Bizim sinema yazarları arasında da var, sayıları da çoğalıyor. Onlara dostça yaklaşıyor, iletişim kuruyor, tanımaya çalışıyorum. Ve gönlüm elbette kimsenin kılığı-kıyafeti yüzünden hiçbir şeyden, özellikle de kutsal sayılması gereken okuma-öğrenme hakkından yoksun bırakılmasına taraftar değil.
KADIN ÜSTÜNDEN SİYASET Ama yine de türbanın, hele yeni anayasa ile üniversitelerde serbest bırakılmasını içim kaldırmıyor. Çünkü, arkasından gelecekleri, pek çok kişi gibi ben de kestirebiliyorum ve bu yine çok kişi gibi, beni de korkutuyor. İslam veya herhangi bir dinde fanatiklerin elde ettikleriyle yetinmediklerini, sürekli daha fazlasını istediklerini biliyorum. İran, Cezayir, Mısır gibi ülkelerin benim tanık olduğum görecelikle kısa bir süre içinde nasıl çağdışı bir yobazlığa kaydıklarını ve bunun getirdiği kardeş kavgasına teslim olduklarını gözlemledim. Ve tüm bu büyük kargaşa içinde kadının, kimliğiyle, kişiliğiyle, kıyafetiyle nasıl bir odak noktası olduğunu, nasıl her türlü dönüşüm için bir turnusol kâğıdı işlevi gördüğünü fark etmeyecek kadar saf değilim. İstenip de söylenemeyen, düşünülüp de yazılamayan birçok şey, kadın aracılığıyla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Kendileri blucinlerinden kostümlerine en Batılı biçimde giyinmeyi savsaklamayan kapı gibi erkekler, oyunlarına kadını alet ediyorlar. Ve türbanı da eski Türk, Osmanlı, hatta Cumhuriyet yaşamındaki masumluğundan, hepimizin kabul edip hoşgöreceği bir giyim ayrıntısından çıkarıp, bir büyük ideolojik çatışmanın aksesuarı yapıyorlar. İşte o ideolojik türbanda ben yokum. Çünkü ikinci Cumhuriyetçi olmam, birincisini ve onun görkemli kazanımlarını bilmemem anlamına gelmiyor. Bu noktaya, yani dini siyasetten arındırmış ve gündelik tartışmalardan çıkarıp aklı egemen kılmış bir çağdaşlığa, insanlığın kaç yüzyıl süren bir büyük ve kanlı mücadele sonunda eriştiğini hiç unutmuyorum. En büyük toplumbilimciler bile -Şerif Mardin örneği- ülkenin geleceğini tam olarak göremezken, ben nasıl göreyim ki? O açıdan, Ayşe Arman'ın masum gözüken, ama çok ciddi korkusunu ben de anlayabiliyorum. Ama örneğin Nazlı Ilıcak'ın, kendisi örtünmediği halde, Merve Kavakçı'yı koruması altında Meclis'e getirerek siyasal tarihe geçen Nazlı Ilıcak'ın, yarın-öbür gün kendisine de başını örtmesini buyuran bir rejime kapı açmaktan nasıl olup da hiç korkmadığını merak ediyorum!
Bugünkü Tüm Yazıları
Nazlı Hanım hiç korkmuyor mu?
Yayın tarihi: 21 Eylül 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/21/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.