Siyasette bir süredir uygulanan yöntemi şöyle özetleyebiliriz:
"Gerilimi yarat, üzerinde sörf yap..." Bunu sadece politikacılara mal etmek doğru değil.
Sivil toplum örgütlerinden düşünce kuruluşlarına kadar her alanda uygulamayı görmek olası. Son iki gündür yaşananlardan yola çıkarsak...
İlki anayasa değişiklik paketi.
Şurası kesin ki; anayasa değişiklik paketi Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin bir rövanşı olarak gündeme getirildi.
İktidar partisine mensup birçok milletvekili de paketin
"aceleye getirildiğini" özel sohbetlerinde söylemekten kaçınmadı.
Ancak milletvekili adaylık sürecindeki beklentiler uğruna, aceleye getirildiğine inansa da pakete destek verdi.
Anayasa değişikliğinin, ana muhalefet ve cumhurbaşkanı tarafından, Anayasa Mahkemesi'ne götürüleceğini, daha paketin ikinci oylaması tamamlandığında Meclis'te bulunan herkes biliyordu.
Nedeni de açıktı; paketin ilk maddesi, 367 çoğunluğa ulaşamamıştı. Anayasa Mahkemesi'ne iptal olanağı yaratıldığı o gün Meclis kürsüsünden de defalarca dile getirildi.
"Biz yaparız, olur" anlayışı galip geldi, madde paketten çıkarılması gerekirken, yerinde tutuldu.
Oysa, milletvekili seçim süresinin beş yıldan, dört yıla indirilmesini öngören maddenin paketten çıkarılması, iktidar partisinin asıl amacını da zedelemiyordu.
"Paketten çıkarırsak cumhurbaşkanının tekrar vetosuna imkan veririz" kaygısıyla hareket edildi, madde pakette kaldı.
Şimdi,
"Cumhurbaşkanı referandum kararını onaylayıp Anayasa Mahkemesi'ne gitmesi için 15 gün beklemeli miydi?" eleştirisi yapılabilir.
Bununla birlikte, cumhurbaşkanının
"diğer maddelerde düzenleme yapılmadıkça, anayasa değişikliğinin bu şekliyle çıkmasına karşı olduğu" da unutulmamalı.
Anayasanın suçu ne? Şimdi ne olacak?
CHP'nin iptal başvurusu üzerine raportörün hazırladığı tamamıyla sağlam hukuki gerekçelere dayalı görüşünden yola çıkılırsa, Anayasa Mahkemesi, muhtemel ki cumhurbaşkanının başvurusuna bile zaman kalmadan paketi salı günü iptal edecek.
Siyaset ise yaptığı hatanın sorumluluğundan,
"mağduriyet" perdesini önüne gererek kurtulmaya çalışacak.
Aynen
"367 kararında" olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi de kendisinin yaratmadığı bir sorundan dolayı, yine okların çevrildiği hedef tahtası olacak.
Dehşet senaryosu Şimdi herkesin, Hudson Enstitüsü'ndeki Dehşet Senaryosu'nun,
"Neden eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'ya suikast üzerine kurulduğunu" iyi tahlil etmesi gerekir.
Siz Anayasa Mahkemesi üzerinden gerilim politikası yaratırsanız, birileri de çıkar onu odak yaparak her türlü senaryosunu kurar.
Ayrıca üzerinde fırtınalar estirilen de adı üzerinde
"senaryo..." Türkiye'de de Irak ile ilgili birçok senaryolar üzerinde, hem devlet, hem de düşünce kuruluşlarının çalışması olduğunu yakın geçmişte Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül açıkladı.
Bu gerçek ortada dururken, senaryo üzerinden başka bir senaryo yazıp, meseleyi başka bir noktaya taşımanın anlamı yok.
Unutulmasın ki, üzerinde senaryo kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumları.
Bir gün, dönüp dolaşıp herkesin sığınma ihtiyacı duyacağı çatıları.
Çökerse, onun üzerinden edinim sağlamaya çalışanlar da altında kalır.
Yayın tarihi: 17 Haziran 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/17//haber,D8EB9C539F8D402AB5D4C3A61B642A55.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.