Albümün kartoneti barok dönemin estetiğini yansıtıyor, biraz da ürkütüyor...
Bach'tan Cem Karaca'ya uzun mesafe bir koşu
Hayko Cepkin'in ikinci albümü Tanışma Bitti, onun gerçek yüzünü gösteriyor. Kadınları, politikayı şarkılarına sokmayan, bir dönem de Beşiktaş tribününde davul çalan Cepkin'le yeni albümünü konuştuk..
Hayko Cepkin ikinci albümü Tanışma Bitti'de, "Tanışma bitti, artık gerçek yüzümüzü ortaya çıkaralım," diyor. Asıl beslenme kaynağının Bach olduğunu söyleyen, klasik müzik eğitimi alıp, folk müzikle irtibatını kesmeyen Cepkin, albüm için, korkuyu anlattığını ama insanlara umut verdiğini söylüyor. Cepkin'le 21 Mayıs'ta EMI etiketiyle piyasaya çıkacak olan son albümünü, Beşiktaş tribünündeki davulculuk günlerini, Kemal Sunal'ı, kadınları, Bach'ı ve Cem Karaca'yı konuştuk.
- İlk albümünüzün adı Sakin Olmam Lazım'dı. 'Öfkenizi dindirmek istediğinizi' söylemiştiniz... Yeni albümünüzün adı ise Tanışma Bitti. "Hoş beş tamam artık işimize bakalım," mı demek istiyorsunuz?
- "Gerçek yüzümüz budur, artık bundan sonra bunu göreceksiniz," demek istedim.
'KİLİSE KOROSUNDA ÇALDIM'
- İlk albümünüzde zamane bir derviş havası vardı. Mesela 700 yıl önce yaşasaydınız kendini yollara vuran bir âşık olurdunuz herhalde....
- Albümde onu anlatmaya çalıştım. Kartonetin içerisindeki adamlar 17. yüzyılda yaşıyormuş gibi duruyorlar ama yaşadığı hayata da ayak uydurmak zorunda olduklarını biliyorlar.
- Sizin deyişinizle, 'Kafadan gotik, yandan Anadolu Pop, uzaktan elektronika,' denilebilecek bir albüm olmuş bu...
- Aynen öyle ama pop değil, folk demeyi tercih ederim. Farklı müzik türlerini iç içe geçirme halini çalışarak kazanmadım. Sekiz- dokuz yıl kilise korosunda çaldım, klasik müzik eğitimi aldım. Timur Selçuk'tan dersler aldım. Klavyeci olduğum için elektronik müzikle irtibatım var, vokalde farklı tonlama yapmayı seviyorum. 11 sene piyasada elektronik müzik yaptım. Yaptığım şey nasıl ortaya çıktı bilmiyorum ama birikimlerimin doğal bir uzantısı gibi geliyor bana. Albümde introlar kullanmamın amacı da şarkının ana temasının nasıl ortaya çıktığını göstermek. Önce tema daha sonra da ana şarkı giriliyor.
CEM KARACA'NIN SESİ
- Sizi en zorlayan şey ne oldu albümü hazırlarken?
- En büyük problemim davul ve vokallerdi. Davulları evde yazdığım için sorunlar yaşıyordum, bu kez stüdyoda istediğim şeyleri yaptım ama albümün yüzde 80'i yine evde hazırlandı.
- Moğollar'la çalıştınız, klasik eğitiminiz, klavye kullandığınız da düşünüldüğünde uzaktan 'Anadolu folk havası' da hissediliyor bu albümde.
- Anadolu folk var tabii, o olmak zorunda çünkü ben Cahit Berkay'larla büyüdüm. Onlar bana "Piyasaya bir deli lazımdı, o da sen oldun," derdi. Moğollar'ın şarkıları özellikle Alageyik Destanı albümü bana çok şey öğretti.
- Bertaraf Et şarkısındaki vokaliniz Cem Karaca'yı andırıyor...
- Özellikle yaptım. O parçaları modern vokal yapısıyla söylediğimde, şarkının havasını vermiyordu. Gırtlağı ezen bir vokal kullanarak, daha eski bir hava yansıtmak istedim. Bilmezsin şarkısı bir ağıttır. Türküyle her zaman irtibatım vardı. Barış Manço, Erkin Koray'lardan çok şey öğrendim. Türkü her zaman ilgimi çekmiştir zaten. Türkü konusunda mesela Arif Sağ sevdiğim bir sound'u yansıtıyor.
- Ama tam olarak folk geleneğinin takipçisi de değilsiniz...
- Değilim, olamam da zaten. Çok karışık bir geçmişe sahibim. Benim olmayan bir dünyanın içinde olamam. Bir şarkıda duduk kulandık, orada aslında Doğu'ya gidişi, anlattım. Ermeni müziğinin temel enstürümanı. Onu kullanmam gerekiyordu. Ben de The Crow hastalığı vardır. O filmin soundtrack'i doğunun havasını yansıtır ve duduk da çalınmıştır. Evde çalışırken duduk sesini çıkarmak için piyanoda solo attım, obua bile kullandım ama duduğun o havasını vermedi en iyi duduk sesi duduktan çıktı yani.
- Albümün konseptinin korku olacağını söylemişsiniz...
- Armonik yapısına korku hâkim. Armonik yapısında korku olmayan, mesela Ölüyorum adlı şarkıda da ölmekten korkan bir insanın ruh halini anlatıyorum. Kaybetmekten, yalnız kalmaktan, kenara itilmekten korkanları anlattım. Ama bunlardan korksanız da ayakta kalmanız gerekir diyorum.
- Bir röportajınızda "Bach benim evimdir," demişsiniz...
- Öyle, hayatım onunla geçiyor. Her türlü varyasyonu olan eserleri var. Bach'ın karanlık yapısını seviyorum. Bach'ın bir sonatını dinlediğinizde eserin içine giremezseniz, ruhunuzu daraltır. Ama bu bana iyi geliyor. Beethoven bana hitap etmiyor. Onlardaki marş kültürünü değil daha karanlık, kendini kolayca ele vermeyen eserleri seviyorum. Handel de öyledir mesela. Yine de Stanley Kubrick'in Otomatik Portakal filminde kullanılan Beethoven yorumları bana yakın geliyor. Bir numaram Bach, asıl beslendiğim kaynak odur. Çok naif eserleri de vardır, piyano derslerine başladığınızda çalabileceğiniz türden eserler de vermiş...
'FARKIM TAVRIMDA'
- "Albümüm ferahlatıcı bir çalışma değil," mi demek istiyorsunuz?
- Bence umut vaat eden bir albüm, umut aşıladığımı düşünüyorum. İnsanlara yaşadığı hayatı anlatıyorum. "Uyan, kendine gel!. Kendini ne olarak görmek istiyordun, olmak istediğin insan olmuş musun?" diye soruyorum. Benim şarkılarımda söylenenler ilk defa söylenen şeyler değil belki ama farklı olan şey tavır. Ben uyandırma servisi gibiyim. Beni izleyenlerin çoğu üniversiteye hazırlanan, gelecek kaygıları olan insanlar. Ben de aynı yerlerden geçtim. Her kazanamadığım sınavdan sonra, hayatım bitmiş gibi oldu ama şu an sevdiğim ve inandığım işi yapıyorum.
- Hrant Dink'i vuran genç de üniversite çağındaydı ve kendince inandığı şeyin peşinden koştu. Cenazeye katılmış mıydınız?
- "Orada göründü" denilmesinden rahatsız olurum. Böyle bir durumdan rant sağlayacak biri değilim. Kendi ruh sağlığım için ne dendiğine aldırmadan kendi bildiğim doğruyu yapmayı tercih ediyorum. Hrant Dink'i anma töreninde piyano çaldım, görevimi orada gerçekleştirdim yani.
Yayın tarihi: 2 Haziran 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/02/ct/haber,F51B04CCD99545C0A51E9CA605E168D9.html
Tüm hakları saklıdır.